Başını selam verircesine hızla eğerek, kalabalığın arkasına yürüdü. Sonra başkaları da mırıldanmaya, utançlarını ve pişmanlıklarını sunarak teker teker ayrılmaya başladılar. Ekşi ağızlı, yine kaşlarını çatmaya başlamış Coplinler, çevrelerindeki yüzlere baktılar ve tek söz söylemeden gecenin içinde yok oldular. Bili Congar kuzenlerinden önce kaybolmuştu.
Lan, Rand’ı geriye çekti ve kapıyı kapattı. “Gidelim, evlat.” Muhafız hana döndü ve yürümeye başladı. “İkiniz de gelin. Çabuk!”
Rand tereddüt etti, Mat ile şaşkınlık içinde bakıştı. Moiraine hikayesini anlatırken al’Vere Efendi’nin Dhurranları onu yerinden koparamazdı, ama şimdi ayaklarını bağlayan başka bir şey vardı. Bu, handan ayrılmak ve Muhafız’ı gecenin içine doğru takip etmek, gerçek bir başlangıç olacaktı… Silkelendi ve kararlılığını sağlamlaştırmaya çalıştı. Gitmek dışında seçeneği yoktu, ama bu yolculuk ne kadar uzun sürecek, onu ne kadar uzağa götürecek olursa olsun, Emond Meydanına geri dönecekti.
“Ne bekliyorsun?” diye sordu Lan, salonun arkasına giden kapıdan. Mat irkilerek arkasından seyirtti.
Rand, kendi kendini büyük bir maceraya atıldığını ikna etmeye çalışarak ikisinin peşinde kararmış mutfağa, sonra ahır avlusuna gitti.
10
VEDA
Kapakları yarı indirilmiş tek bir lamba, ahır direğinde asılı duruyor, loş bir ışık yayıyordu. Bölmelerin çoğu derin gölgelere boğulmuştu. Rand, ahır avlusunun kapısından, Mat ile Muhafız’ın peşinden içeri girerken, Perrin, sırtı ahır kapısında, oturduğu yerden saman hışırtıları içinde fırladı. Ağır bir pelerine sarınmıştı.
Lan durdu ve sordu, “Sana söylediğim gibi baktın mı, demirci?” “Baktım,” diye yanıt verdi Perrin. “Burada bizden başka kimse yok. Neden kimse buraya saklanmak. ”
“Dikkat ve uzun bir ömür birlikte yürür, demirci.” Muhafız hızla gölgeli ahıra ve yukarıdaki samanlığa göz gezdirdi, sonra başını salladı. “Zaman yok,” diye mırıldandı, daha çok kendi kendine. “Moiraine, acele edin, dedi.”
Sanki sözlerini haklı çıkarmak ister gibi, eyerlenmiş, gemlenmiş beş atın ışık havuzunun arkasında bağlı durduğu yere doğru hızla yürüdü. İkisi, Rand’ın daha önce gördüğü siyah aygır ile beyaz kısrak idi. Diğerleri, onlar kadar uzun boylu ya da zarif olmasa da, kuşkusuz İki Nehir’de bulunabilecek en iyi atlar gibi görünüyordu. Lan telaşlı bir özenle tüm kolanları, heybeleri tutan deri bağlan, su tulumlarını, eyerlerin arkasındaki battaniye rulolarını kontrol etti.
Rand, tedirgin bir biçimde arkadaşlarına gülümsedi, gerçeklen gitmek için sabırsızlanıyormuş gibi görünmeye çalıştı.
Mat, Rand’ın belindeki kılıcı ilk defa fark etti ve ona işaret etti. “Muhafız mı oluyorsun?” Bir kahkaha attı, sonra Lan’e hızlı bir bakış fırlatarak kahkahasını yuttu. Muhafız fark etmemiş gibi görünüyordu. “Ya da en azından bir tüccar koruyucusu,” diye devam etti Mat, yalnızca azıcık zorlama görünen bir gülümseme ile. Yayını kaldırdı. “Dürüst bir adamın silahı, onun için yeteri kadar iyi değildir.”
Rand kılıcı sallamayı düşündü, ama Lan’in orada olması onu engelledi. Muhafız o tarafa bakmıyordu bile, ama Rand, adamın, çevresinde olup biten her şeyin farkında olduğundan emindi. Bunun yerine, aşırı kayıtsızlık içinde, sanki kılıç takması hiç de sıradışı bir şey değilmiş gibi, “Faydalı olabilir,” dedi.
Perrin, pelerininin altında bir şey saklamaya çalışarak kıpırdandı. Rand, demirci çırağının belini saran geniş, deri bir kemer gördü. Kemerdeki halkaya bir balta sapı takılmıştı.
“Orada ne var?” diye sordu.
“Gerçekten de tüccar koruyucuları gibi,” diye güldü Mat.
Kıvırcık saçlı genç Mat’e, şakalarından payını çoktan aldığını anlatan öfkeli bir bakış fırlattı, sonra derin derin iç çekerek baltayı göstermek için pelerinini arkaya attı. Bu, sıradan bir oduncu baltası değildi. Bir yanı yarımay şeklinde ve keskin, diğer yanında ise kıvrımlı, sivri bir uç vardı ve bu haliyle, İki Nehirli biri için Rand’ın kılıcı kadar tuhaftı. Ama Perrin’in eli, baltanın üzerinde alışık duruyordu.
“Luhhan Usta iki sene önce, bir yün alıcısının koruyucusu için yaptı. Ama bittiği zaman adam önceden söylediği fiyatı ödemedi ve Luhhan Usta daha azını kabul etmedi. Beni” –boğazını temizledi, sonra Rand’a, Mat’e fırlattığı aynı uyarıcı bakışı fırlattı– “beni onunla alıştırma yaparken yakalayınca bana verdi. Başka bir işine yaramadığına göre, bana verse de olacağını söyledi.”
“Alıştırma yapmak,” diye kıkırdadı Mat, ama Perrin başını kaldırınca yatıştırırcasına ellerini kaldırdı. “Dediğin gibi. İçimizden birinin gerçek bir silah kullanmayı bilmesi iyi bir şey.”
“O yay gerçek bir silahtır,” dedi Lan aniden. Bir kolunu yüksek, siyah aygırının eyerine koydu ve onlara ciddiyetle baktı. “Köylü çocukların kullandığını gördüğüm sapanlar da öyle. Daha önce tavşan avlamak ya da kurtları koyunlarınızdan uzaklaştırmak dışında kullanmamış olmanız fark etmez. Eğer onu kullanan adamın ya da kadının cesareti ve iradesi varsa, herhangi bir şey silah olabilir. Trolloclar bir yana, eğer Tar Valon’a canlı ulaşmak istiyorsanız, İki Nehir’den ve Emond Meydanı’ndan ayrılmadan önce bunu iyice anlasanız iyi olur.”
Ölüm kadar soğuk ve kaba yontulmuş bir mezar taşı kadar sert yüzü ve sesi, gülümsemelerini ve seslerini bastırdı. Perrin, yüzünü buruşturarak pelerinini baltanın üzerine çekti. Mat ayaklarına baktı ve ayağının ucu ile zemindeki samanları dürtükledi. Muhafız homurdanarak atları kontrol etmeye devam etti. Sessizlik uzadı.
Hikayelere pek benzemiyor,” dedi Mat sonunda.
“Bilmiyorum,” dedi Perrin aksi aksi. “Trolloclar, bir Muhafız, bir Aes Sedai. Başka ne isteyebilirsin ki?”
“Aes Sedai,” diye fısıldadı Mat, aniden üşümüş gibi.
“Ona inanıyor musun, Rand?” diye sordu Perrin. “Yani, Trolloclar bizden ne istiyor olabilir?”
Aynı anda Muhafız’a baktılar. Lan beyaz kısrağın eyer kolanına dalmış görünüyordu, ama üçü ahır kapısına, Lan’den uzağa gerilediler. Birbirlerine sokuldular ve fısıltıyla konuştular.
Rand başını iki yana salladı. “Bilmiyorum, ama çiftliklerimizin saldırıya uğrayan tek çiftlikler olduğu konusunda haklı. Ve köyde ilk önce Luhhan Usta’nın evi ile demirhaneye saldırmışlar. Belediye Başkanı’na sordum. Peşimizde olduklarına inanmak, aklıma gelen başka sebeplere inanmak kadar kolay.” Aniden ikisinin de kendisine baktığını fark etti.
“Belediye Başkanı’na sordun mu?” dedi Mat inanmazlık içinde. “Moiraine kimseye söylemememiz gerektiğini söyledi.”
“Neden sorduğumu söylemedim,” diye itiraz etti Rand. “Yani siz hiç kimseyle konuşmadınız mı? Kimseye gittiğinizi söylemediniz mi?”
Perrin kendini savunurcasına omuzlarını silkti. “Moiraine Sedai hiç kimse, dedi.”
“Not bıraktık,” dedi Mat. “Ailelerimiz için. Notları sabah bulacaklar. Rand, annem Tar Valon’un Shayol Ghul’e eşdeğer olduğunu düşünüyor.” Fikrini paylaşmadığını göstermek için küçük bir kahkaha attı. Pek inandırıcı değildi. “Oraya gitmeyi düşündüğüme bile inansaydı, beni kilere kilitlerdi.”
“Luhhan Usta bir kaya kadar inatçıdır,” diye ekledi Perrin, “ve Luhhan Hanım daha da beterdir. Trollocların geri dönmesini umduğunu, böylece onları ele geçirebileceğini söyleyerek evin kalıntılarını nasıl didik didik ettiğini görseydiniz…”
“Yak beni. Rand,” dedi Mat, “kadının Aes Sedai falan olduğunu biliyorum, ama Trolloclar gerçekten buradaydı. Kimseye söylemeyin, dedi. Böyle bir durumda ne yapılması gerektiğini bir Aes Sedai bilmiyorsa, kim bilir ki?”