“Biz mi? Ya sen?”
“Ben değil, koyun çobanı. Benim ihtiyacım yok, henüz değil. Ve kendisi için de değil. Diğerleri için yaptığını kendisi için yapamaz. Aramızda yalnızca bir kişi yorgun at sürecek. Tar Valon’a ulaşmadan fazla yorulmamasını umsan iyi olur.”
“Ne yapmak için fazla yorulmamasını?” diye sordu Rand Muhafız’a.
“Bela hakkında haklıymışsın, Rand,” dedi Moiraine, kısrağın yanında durduğu yerden. “İyi bir yüreği var ve siz İki Nehirliler kadar inatçı. Tuhaf, aralarında en az yorgun olan o.”
Keskin bıçaklar altında ölmekte olan bir adamın çığlığı gibi bir çığlık karanlığı yırttı, grubun üzerinde kanatlar süzüldü. Gece, üstlerinden geçen gölge ile derinleşti. Atlar panik dolu haykırışlarla, çılgınca şahlandı.
Draghkar’ın kanatlan Rand’a pisliğin dokunuşu gibi, bir kabusun rutubetli loşluğu gibi sürtündü. Ama Rand’ın bunu hissedecek zamanı yoktu, çünkü Bulut haykırarak şahlandı, çılgınca yapışmış bir şeyden kurtulmaya çalışırcasına kıvrandı. Dizginlere asılan Rand dengesini kaybetti, yerde sürüklenmeye başladı. Bulut, sağrısında kurtların dişlerini hissetmişcesine feryat ediyordu.
Rand bir şekilde dizginleri bırakmamayı başardı; diğer elini ve bacaklarını kullanarak dengesini buldu, yeniden düşmemek için sıçramaya, sendeleyerek adımlar atmaya başladı. Nefesi ümitsizlikten perişan solumalarla çıkıyordu. Elini çılgınca uzattı, zar zor atın başlığını yakaladı. Bulut şahlandı, onu havaya kaldırdı; Rand atın sakinleşeceğini umarak çaresizce asıldı.
Yere inişin yarattığı şok Rand’ı dişlerine kadar sarstı, ama gri at aniden sakinleşti, burun delikleri titreyerek, gözleri yuvarlanarak, gergin bacakları ürpererek durdu. Rand da titriyordu ve ancak atın başlığına tutunarak ayakta durabiliyordu. Şok, aptal hayvanı da sarsmış olmalı, diye düşündü. Üç dört titrek nefes aldı. Ancak o zaman çevresine bakabildi ve diğerlerine ne olduğunu gördü.
Grup kaos içindeydi. Sallanan başlara karşı dizginleri kavrıyor, onları sürükleyerek şahlanan atları sakinleştirmeye çalışıyor, ama pek az başarı elde edebiliyorlardı. Yalnızca iki kişi atları ile sorun yaşamıyordu. Moiraine, eyerinde dimdik oturuyordu, beyaz kısrağı, sıradışı hiçbir şey olmamış gibi zerafetle kargaşadan kaçınıyordu. Yerde duran Lan, bir elinde kılıcı, diğerinde dizginler, gökyüzünü tarıyordu; zayıf, siyah aygırı sessizce yanında bekliyordu.
Artık Seyrantepe’den neşeli sesler gelmiyordu. Haykırışı köylüler de duymuş olmalıydı. Rand bir süre dinleyeceklerini, belki ona sebep olan şeyi görmek için bakınacaklarını, sonra eğlencelerine döneceklerini biliyordu. Kısa süre sonra olayı unutacaklardı ve bu âna ilişkin anıları, şarkılar, yiyecek, dans ve eğlence ile boğulacaktı. Belki Emond Meydanı’nda olan biteni duyduklarında bazıları hatırlayacak ve merak edecekti. Bir keman çalınmaya başladı, bir an sonra ona bir flüt katıldı. Köy, kutlamaya dönüyordu.
“Atlarınıza binin!” diye emretti Lan sertçe. Kılıcını kınına sokarak aygırına atladı. “Draghkar yerimizi Myrddraal’e bildirmemiş olsa kendini göstermezdi.” Bir başka hafif, ama aynı derecede tiz çığlık çok yukarılardan süzüldü. Seyrantepe den gelen müzik bir kez daha sustu. “İzimizi sürüyor, Yarı-insan için hedef gösteriyor. Yarı-insan uzak olmamalı.”
Korkmuş ve tazelenmiş atlar sıçradılar ve atlarına tırmanmaya çalışanlardan uzaklaştılar. Küfürler savuran Thom Merrilin, ilk ata binenler arasındaydı, ama diğerleri de onu takip etti. Biri hariç hepsi.
“Acele et, Rand!” diye bağırdı Egwene. Draghkar tiz bir çığlık daha kopardı ve kız onu dizginleyemeden Bela birkaç adım koştu. “Acele et!”
Rand irkilerek, Bulut’a binmeye çalışmak yerine durmuş, o kötücül çığlıkların kaynağını bulabilmek için gökyüzüne bakmakta olduğunu fark etti. Dahası, farkında olmadan, sanki uçan şeyle savaşacakmış gibi, Tam’in kılıcını çekmişti.
Yüzü kızardı, gece onu sakladığı için memnun oldu. Bir eli dizginlerde, telaşla diğerlerine bakarak kılıcı beceriksizce kınına soktu. Moiraine, Lan ve Egwene, hep beraber onu izliyordu, ama Rand ay ışığı altında ne kadarını görebildiklerini merak etti. Geri kalanlar atlarını kontrol altında tutmakla uğraşıyorlardı. Bir elini eyer kaşına koydu ve hayatı boyunca bu tür şeyler yapmış gibi bir sıçrayışta eyerine yerleşti. Arkadaşlarından herhangi biri kılıcı fark etmişse, kuşkusuz daha sonra duyacaktı. O zaman bunun için endişelenmeye zamanı olurdu.
O eyerine yerleşir yerleşmez dörtnala yola koyuldular ve kubbe gibi tepenin yanından geçtiler. Köyün köpekleri havladı; geçişleri bir şekilde fark edilmişti. Ya da belki köpekler Trolloc kokusu almıştır, diye düşündü Rand. Havlamalar ve köy ışıkları, arkalarında hızla kayboldu.
Bir düğüm halinde, atları koşarken birbirine sürtünerek dörtnala ilerlemeye devam ettiler. Lan yine yayılmalarını emretti, ama kimse gecenin içinde bir an bile yalnız kalmak istemiyordu. Yukarıdan bir çığlık geldi. Muhafız pes etti ve bir arada at sürmelerine izin verdi.
Rand, Moiraine ile Lan’in hemen arkasındaydı. Bulut, Muhafız’ın siyah atı ile Aes Sedai’nin ince kısrağının arasına girmek için çabalıyordu. Egwene ve Âşık iki yanında koşturuyordu. Rand’ın arkadaşları en arkada, onları yakından takip ediyordu. Draghkar’ın feryatlarının mahmuzladığı Bulut, Rand dilese bile yavaşlatamayacağı bir hızla koşuyordu, ama gri at diğerlerini bir adım bile geçemiyordu.
Draghkar’ın çığlığı geceye meydan okudu.
Cesur Bela boynunu uzatmış, kuyruğu ve yelesi kendi koşusunun yarattığı rüzgarda dalgalanarak, iri atlara her adımı ile ayak uydurarak koşuyordu. Aes Sedai, yorgunluğunu almak dışında bir şey yapmış olmalı.
Egwene’in yüzü ay ışığı altında sevinçle gülümsüyordu. Örgüleri atların yelesi gibi arkasında dalgalanıyordu ve Rand gözlerindeki parıltının tek kaynağının ay olmadığından emindi. Rand’ın ağzı şaşkınlıkla açık kaldı ve bir uçan bir böcek yutunca öksürmeye başladı.
Lan bir soru sormuş olmalıydı, çünkü Moiraine aniden rüzgarın ve toynak seslerinin üzerinden bağırdı. “Yapamam! Özellikle de dörtnala koşan bir atın sırtındayken yapamam. Onlar görüldükleri zaman bile kolay kolay öldürülemezler. Koşmalı ve umut etmeliyiz.”
İnce, atların dizlerinden yukarı yükselemeyen bir sisin içinde koştular. Bulut iki adımda sisi aştı ve Rand hayal görüp görmediğini merak ederek gözlerini kırpıştırdı. Kuşkusuz, gece sis için fazla soğuktu. İlkinden daha büyük bir başka sis bulutu bir yanlarından geçti. Sanki yerden sis sızarmış gibi yavaş yavaş büyüyordu. Tepelerinde, Draghkar öfkeyle bağırdı. Sis atlıları kısa bir an için kapladı, sonra yok oldu, yine geldi ve arkalarında kayboldu. Buz gibi sis Rand’ın yüzünde ve ellerinde soğuk bir ıslaklık bıraktı. Sonra, önlerinden solgun gri bir duvar yükseldi ve aniden sislerle sarıldılar. Sisin yoğunluğu toynak seslerini donuklaştırdı ve yukarıdan gelen haykırışlar bir duvarın arkasından işitilir gibi oldu. Rand iki yanında Egwene ile Thom Merrilin’in şekillerini zar zor seçebiliyordu.
Lan adımlarını yavaşlatmadı. “Yine de, gidiyor olabileceğimiz yalnızca tek bir yer var,” diye seslendi. Sesi kulağa boş ve yönsüz geliyordu.
“Myrddraal kurnazdır,” diye yanıt verdi Moiraine. “Kurnazlığını ona karşı kullanacağım.” Sessizlik içinde at sürdüler.
Gri sis bulutu gökyüzünü ve yeri gözden gizledi, öyle ki, kendileri de gölgeye dönen atlılar gece bulutları arasında kayarmış gibi göründü. Kendi atlarının bacakları bile yok olmuş gibiydi.