Выбрать главу

“Hayır,” dedi Moiraine, Rand’ın kaçırdığı bir soruya karşılık. “Gerçek Kaynak tükenmez. Tıpkı bir değirmenin dönmesi ile tükenmeyen ırmak suları gibi. Kaynak ırmaktır; Aes Sedai ise su çarkı.”

“Gerçekten öğrenebileceğimi düşünüyor musunuz?” diye sordu Egwene. Yüzü hevesle parlıyordu. Rand onun bu kadar güzel göründüğünü hiç görmemişti, ya da kendisinden bu kadar uzak. “Ben de bir Aes Sedai olabilir miyim?”

Rand yerinde sıçradı, başını alçak, kütük tavana çarptı. Thom Merrilin kolunu yakalayarak aşağı çekti.

“Aptallaşma,” diye mırıldandı Âşık. Kadınları süzdü –ikisi de fark etmemiş görünüyordu. Rand’a fırlattığı bakış sevecendi. “Artık bu seni aşar.”

“Çocuğum,” dedi Moiraine nazikçe, “pek az kişi Gerçek Kaynak’a dokunmayı ve Tek Güç’ü kullanmayı öğrenebilir. Bazıları daha çok öğrenir, bazıları daha az. Sen, öğrenmeye ihtiyaç duymayan bir avuç kadından birisin. En azından, sen istesen de, istemesen de, Gerçek Kaynak’a dokunmak zaman içinde sana gelecektir. Ama Tar Valon’da alacağın eğitim olmadan onu tam anlamıyla yönlendirmeyi asla öğrenemezsin ve bunun sonucunda hayatta kalamayabilirsin. Saidine dokunma yeteneği ile doğan erkekler, Kızıl Ajah onları bulup ehlileştirmezse, mutlaka ölürler…”

Thom gırtlağının derinliklerinden hırladı ve Rand huzursuzca kıpırdandı. Aes Sedai’nin bahsettiği türden erkekler azdı –tüm hayatı boyunca yalnızca üç kişi duymuştu ve Işık’a şükür, hiçbiri İki Nehirli değildi– ama Aes Sedai onları bulmadan yarattıkları zarar savaş veya şehirleri yıkan deprem haberleri gibi kötü haberler olarak yayılırdı. Ajahların ne yaptığını gerçekte hiç anlayamamıştı. Hikayelere göre bunlar, başka her şeyden çok kendi aralarında entrikalar çeviren, didişen topluluklardı, fakat anlatılanlardan kesin olan bir yan vardı. Kızıl Ajahların birincil görevleri, yeni bir Dünyanın Kırılışı’nı önlemekti ve bunu Tek Güç’ü kullanmayı yalnızca rüyalarında gören erkekleri bile avlayarak yapıyorlardı. Mat ve Perrin aniden evde, yataklarında olmayı dilemeye başlamışlar gibi görünüyorlardı.

“…ama kadınların bazıları da ölür. Kılavuz olmadan öğrenmek güçtür. Bulamadığımız ve hayatta kalan kadınlar… eh, dünyanın bu kısmında köylerinde Hikmet olabilirler.” Aes Sedai düşüncelere dalarak sustu. “Eski kan Emond Meydanı’nda güçlüdür ve eski kan, şarkı söyler. Seni gördüğüm an ne olduğunu anladım. Yönlendirebilen ya da değişimi yaklaşan bir kadının yanında durup, bunu hissetmeyen Aes Sedai olmaz.” Kemerindeki keseyi araştırdı ve daha önce saçına taktığı, altın bir zincire asılı mavi mücevheri çıkardı. “Senin değişimin, ilk dokunuşun yakın. Sana kılavuzluk etmem daha iyi olacak. Böylece… kendi başlarına yol bulmak zorunda kalanların yaşadığı hoş olmayan etkilerden kaçınabilirsin.”

Egwene’in gözleri taşa bakarken irileşti ve dudaklarını tekrar tekrar ıslattı. “Bu… Güç’ü bu mu taşıyor?”

“Elbette hayır,” diye terslendi Moiraine. “Nesneler Güç sahibi değildir, çocuğum. Bir angreal bile yalnızca bir araçtır. Bu yalnızca güzel bir taş. Ama ışık verebilir. Al.”

Moiraine, taşı kızın parmak uçlarına bırakırken Egwene’in elleri titriyordu. Geri çekilecek oldu, ama Aes Sedai bir eliyle onun iki elini tuttu ve diğer elini nazikçe Egwene’in başının yanına dokundurdu.

“Taşa bak,” dedi Aes Sedai yumuşak bir sesle. “Yalnız başına, el yordamıyla aramaktansa, böylesi daha iyi. Zihnini taş hariç her şeyden temizle. Zihnini temizle ve kendini süzülmeye bırak. Yalnızca taş ve boşluk var. Ben başlatacağım. Süzül ve bırak, sana kılavuzluk edeyim. Düşünce yok. Süzül.”

Rand, parmaklarını dizlerine geçirdi; dişlerini acıyana kadar sıktı. Başarısız olmalı. Olmalı.

Taşta ışık çiçek açtı, yalnızca mavi bir kıvılcım, sonra gitti. Bir ateş böceğinden daha parlak değildi, ama Rand kör edici bir ışık parlamışcasına irkildi. Egwene ve Moiraine boş yüzlerle taşa baktılar. Bir başka kıvılcım çıktı, sonra bir tane daha, ta ki gökmavisi ışık bir yüreğin çarpması gibi atmaya başlayana kadar. Aes Sedai yapıyor, diye düşündü Rand çaresizce. Moiraine yapıyor. Egwene değil.

Son bir zayıf ışıltıdan sonra taş yine bir süs eşyasına dönüştü. Rand nefesini tuttu.

Egwene bir an küçük taşa bakmaya devam etti, sonra başını kaldırıp Moiraine’e baktı. “Ben… Ben bir şey hissettim… sanırım, ama… Belki benim hakkımda yanılmışsınızdır. Zamanınızı harcadığım için üzgünüm.”

“Hiçbir şey harcamadım, çocuğum.” Moiraine’in dudaklarından küçük, tatminkar bir gülümseme geçti. “Son ışık yalnızca sana aitti.” “Gerçekten mi?” diye bağırdı Egwene, sonra hemen suratını astı. “Ama yok gibiydi.”

“İşte şimdi aptal bir köylü kızı gibi davranıyorsun. Tar Valon’a gelen çoğu kadın, senin biraz önce yaptığını yapabilmek için aylarca çalışır. Sen yükseklere çıkabilirsin. Hattâ, belki bir gün Amyrlin Makamı’na kadar. Eğer çok çalışırsan.”

“Yani…” Egwene bir sevinç haykırışı ile kollarını Aes Sedai’ye doladı. “Ah, teşekkür ederim. Rand, duydun mu? Bir Aes Sedai olacağım!”

13

SEÇENEKLER

Herkes uyumadan önce Moiraine sırayla her birinin yanında diz çöktü ve ellerini başlarına koydu. Lan homurdanarak, buna ihtiyaç duymadığını ve kadının gücünü harcamaması gerektiğini söyledi, ama onu durdurmaya çalışmadı. Egwene bu deneyimi yaşamaya hevesliydi. Mat ve Perrin korkuyorlardı, ama hayır demeye de korkuyorlardı. Thom, Aes Sedai’nin ellerinden uzaklaşmak istedi, ama kadın, gri başı, saçmalığa izin vermeyeceğini ifade eden bir bakış ile yakaladı. Âşık, Aes Sedai’nin işi bitene kadar kaşlarını çattı. Kadın ellerini çektikten sonra alaycı bir biçimde gülümsedi. Adamın kaşları daha fena çatıldı, ama tazelenmiş görünüyordu. Hepsi öyleydi.

Rand, düzensiz duvarda, dikkat çekmeyeceğini umduğu bir oyuğa çekilmişti. Ağaç yığınına yaslandığında gözleri kapanmak istedi, ama o kendini izlemeye zorladı. Esnemesini bastırmak için yumruğunu ağzına kapattı. Bir iki saatlik uyku ona yeterdi. Ama Moiraine onu unutmadı.

Delikanlı, kadının parmakları yüzüne dokununca irkildi ve “Ben istemiyorum…” dedi. Sonra gözleri iri iri açıldı. Bitkinlik, yokuş aşağı akan su gibi tükendi; ağrılar ve acılar uzak anılara dönüştü, sonra yok oldu. Kadına ağzı açık, bakakaldı. Kadın yalnızca gülümsedi ve ellerini çekti.

“Tamam,” dedi. Yorgun bir iç çekiş ile doğrulurken, Rand onun aynısını kendisine yapamadığını hatırladı. Aes Sedai biraz çay içti, Lan’in yemesi için ısrar ettiği ekmek ve peyniri reddetti ve ateşin önünde kıvrılıp yattı. Pelerinine sarılır sarılmaz uykuya daldı.

Lan dışında diğerleri uzanacak yer bulup uykuya daldılar, ama Rand neden olduğunu anlamıyordu. O iyi bir yatakta bir gece geçirmiş gibi hissediyordu. Ama kütük duvara sırtını verdiği anda uyku onu ele geçirdi. Lan bir saat sonra dürtüklediğinde, üç gündür dinleniyormuş gibi hissetti.

Muhafız, Moiraine dışında herkesi uyandırdı ve sertçe, Aes Sedai’yi rahatsız edebilecek her sesi susturdu. Yine de rahat ağaç mağarasında pek az kalmalarına izin verdi. Güneş ufukta, kendi çapının iki katı kadar yükseldiğinde, orada durduklarına ilişkin tüm izleri temizlemiş, atlarına binmiş, atları yormamak için yavaş ilerleyerek kuzeye, Baerlon’a doğru yola koyulmuşlardı. Aes Sedai’nin gözleri gölgeliydi, ama eyerinde dik oturuyordu.