“Kılıcı hareket ettirmek yeterli değil,” dedi Lan, “ama bazıları öyle sanır. Zihnin bunun, çoğunun bir parçasıdır. Zihnini boşalt, koyun çobanı. Nefretten, korkudan, her şeyden arındır. Onları yak, tüket. Siz, diğerleri, dinleyin. Bu yöntemi balta, yay, mızrak, değnek, hattâ çıplak elleriniz için de kullanabilirsiniz.”
Rand gözlerini ona dikti. “Alev ve boşluk,” dedi şaşkınlık içinde. “Kastettiğin bu, değil mi? Babam bana bunu öğretmişti.”
Muhafız ona okuması güç bir bakışla baktı. “Kılıcını sana gösterdiğim gibi tut, koyun çobanı. Ayakları çamurlu bir köylüyü bir saatte kılıç ustasına çeviremem, ama belki kendi ayağını doğramanı engelleyebilirim.”
Rand içini çekti ve kılıcı iki eliyle, önünde dik tuttu. Moiraine, ifadesiz bir yüzle izliyordu, ama bir sonraki akşam Lan’e, derslere devam etmesini söyledi.
Akşam yemeği, öğle yemeği ve kahvaltı ile aynıydı. Ekmek, peynir ve kurutulmuş et, ama akşamları su değil, sıcak çay eşlik ediyordu. Thom, akşamları onları eğlendiriyordu. Lan, âşığın arpını ya da flütünü çalmasına izin vermiyordu –kırı uyandırmanın gereği yok, diyordu Muhafız– ama Thom top çeviriyor, hikayeler anlatıyordu. Mara ve Üç Aptal Kral, ya da Bilge Danışman Anla hakkındaki yüzlerce öyküden biri ya da Büyük Boru Avı, zafer ve macera ile dolu bir şey, ama hepsi mutlu son ya da coşkulu bir eve dönüş ile bitiyordu.
Çevrelerindeki toprak dingin olsa da, ağaçların arasında Trolloc, gökyüzünde Draghkar görülmese de, Rand’a kendi aralarında gerginlik yaratmayı başarabiliyorlarmış gibi geliyordu.
Bir sabah Egwene uyanmış ve örgülerini çözmeye başlamıştı. Rand battaniyesini rulo yaparken gözucuyla onu izledi. Her gece, ateş söndürüldükten sonra, Egwene ve Aes Sedai hariç herkes battaniyelerine gömülüyordu. İki kadın diğerlerinden uzağa gidiyor, bir iki saat konuşuyor, diğerleri uykuya daldıktan sonra dönüyorlardı. Egwene saçlarını taradı –yüz kere; Rand Bulutu eyerlerken, eyerin arkasına heybeleri ve battaniyeyi bağlarken saymıştı. Sonra Egwene tarağı kaldırdı, saçlarını omzunun üzerinden arkaya attı ve pelerininin başlığını çekti.
Rand irkildi. “Ne yapıyorsun?” diye sordu. Kız yanıt vermeden yan yan baktı. Rand, Taren kıyısındaki ağaç sığınaktaki geceden beri iki gündür ilk kez onunla konuştuğunu fark etti, ama bunun kendisini engellemesine izin vermedi. “Tüm hayatın boyunca saçlarını örmek için bekledin ve şimdi bundan vazgeçiyorsun. Neden? Aes Sedai saçlarını örmediği için mi?”
“Aes Sedailer saçlarını örmezler,” dedi kız kısaca. “En azından istemedikleri sürece.”
“Sen bir Aes Sedai değilsin. Sen Emond Meydanı’ndan Egwene al’Vere’sin ve Kadın Kurulu seni böyle görse kriz geçirir.”
“Kadın Kurulu seni ilgilendirmez, Rand al’Thor. Ve ben bir Aes Sedai olacağım. Tar Valon’a ulaşır ulaşmaz.”
Rand hıhladı. “Tar Valon’a ulaşır ulaşmaz. Neden? Işık, bana bunu söyle. Sen Karanlıkdostu değilsin.”
“Moiraine Sedai’nin Karanlıkdostu olduğunu mu düşünüyorsun? Öyle mi?” Kız yumruklarını sıkarak dönüp Rand’la yüzleşti. Rand, kızın kendisine vuracağını düşündü. “Köyü kurtardıktan sonra. Babanı kurtardıktan sonra. Öyle mi?”
“Ne olduğunu bilmiyorum, ama her ne ise, geri kalanlarının ne olduğu hakkında hiçbir şey ifade etmiyor. Hikayeler…”
“Büyü artık, Rand! Hikayeleri unut ve gözlerini kullan.”
“Gözlerim onun salı batırdığını gördü! Bunu inkar edebilir misin? Kafana bir fikir girince, biri sana suyun üzerinde yürümeye çalıştığını söylese bile asla vazgeçmiyorsun. Böylesine Işık-körü bir aptal olmasaydın görürdün!”
“Aptalım, öyle mi? Sana bir iki şey söyleyeyim, Rand al’Thor! Sen hayatımda gördüğüm en katır inatlı, en yün kafalı…”
“İkiniz, on beş kilometre içinde herkesi uyandırmaya mı çalışıyorsunuz?” diye sordu Muhafız.
Rand ağzı açık durup, söyleyecek söz bulmaya çalışırken, bağırmakta olduğunu fark etti. İkisi de bağırıyordu.
Egwene’in yüzü kaşlarına kadar kızardı. Sırtını dönerken, “Erkekler!” diye mırıldandı ve yorumu Rand kadar Muhafız’ı da içeriyordu.
Rand ihtiyatla çevresine bakındı. Yalnızca Muhafız değil, herkes ona bakıyordu. Mat ve Perrin’in yüzleri beyazlamıştı. Thom, kaçacak ya da savaşacakmış gibi gerilmişti. Aes Sedai’nin yüzü ifadesizdi, ama gözleri Rand’ın kafasını deliyor gibiydi. Rand çaresizce Aes Sedailer hakkında, Karanlıkdostları hakkında tam olarak neler söylediğini hatırlamaya çalıştı.
“Yola çıkma zamanı,” dedi Moiraine. Aldieb’e döndü ve Rand, tuzaktan salıverilmiş gibi ürperdi. Gerçekten bir tuzakta olup olmadığını merak etti.
İki gece sonra, ateş tükenirken, Mat parmaklarındaki son peynir kırıntılarını yaladı ve “Biliyor musunuz, sanırım izimizi tamamen kaybettiler,” dedi. Lan gecenin içinde kaybolmuş, son bir kez çevreye bakınıyordu. Moiraine ile Egwene sohbetlerinden birini etmek için bir kenara çekilmişlerdi. Thom, piposu ağzında, yarı uyuyordu ve delikanlılar ateş’in yanında baş başa kalmışlardı.
Perrin, tembel tembel bir sopayla közleri dürtükleyerek yanıt verdi. “İzimizi kaybettilerse, neden Lan keşfe devam ediyor?” Rand uykuya dalmak üzere, sırtını ateşe vererek yuvarlandı.
“İzimizi Taren Salı’nda kaybettirdik.” Mat, parmaklarını başının arkasında kenetleyip yıldız dolu gökyüzüne bakarak uzandı. “Eğer gerçekten bizim peşimizdelerse.”
“Sence Draghkar, bizi bundan hoşlandığı için mi kovalıyordu?” diye sordu Perrin.
“Ben olsam, Trolloclar ve benzerleri hakkında endişelenmeyi bırakırdım,” diye devam etti Mat, Perrin hiç konuşmamış gibi. “Bunun yerine dünyayı görmeyi düşünmeye başlardım. Hikayelerin kaynağı olan yerlerdeyiz. Gerçek bir şehir neye benzer sizce?”
“Baerlon’a gidiyoruz,” dedi Rand uykulu uykulu, ama Mat hıhladı.
“Baerlon iyi, güzel, ama al’Vere Efendi’nin eski haritasına baktım. Bir kez güneye dönersek Caemlyn’e ulaşırız, yol ta Illian’a, hattâ daha ötelere kadar gidiyor.”
“Illian’da bu kadar özel olan ne?” diye sordu Perrin esneyerek.
“Bir kere,” diye yanıt verdi Mat, “Illian, Aes Sedailer ile dolu değil…”
Bir sessizlik çöktü ve Rand aniden uyandı. Moiraine erken dönmüştü. Egwene yanındaydı, ama dikkatlerini çeken, ateş ışığının kenarında, ayakta duran Aes Sedai olmuştu. Mat ağzı hâlâ açık, ona bakarak sırt üstü yattı. Moiraine’in gözleri ışığı karanlık, cilalı taşlar gibi yansıtıyordu. Rand aniden, onun ne zamandan beri orada beklediğini merak etti.
“Çocuklar yalnızca…” diye başladı Thom, ama Moiraine onu duymazdan gelerek konuştu.
“Birkaç gün soluk aldık ve siz pes ettiniz bile.” Sakin, ifadesiz sesi gözleri ile keskin bir karşıtlık oluşturuyordu. “Bir iki günlük sessizlik ve siz Kış Gecesi’ni unuttunuz bile.”
“Unutmadık,” dedi Perrin. “Yalnızca…” Aes Sedai sesini yükselterek, o konuşurken devam etti.
“Böyle mi hissediyorsunuz? Hepiniz Illian a koşmaya ve Trollocları, Yarı-insanları, Draghkarları unutmaya hazırsınız, öyle mi?” Gözlerini üstlerinde gezdirdi –o taşsı parıltı ile her zaman kullandığı ses arasındaki karşıtlık Rand’ı huzursuz ediyordu– ama kadın kimseye konuşma fırsatı vermedi. “Karanlık Varlık, siz üçünüzün peşinde. Ve eğer istediğiniz yere gitmenize izin verirsem, sizi ele geçirir. Karanlık Varlık ne isterse, ben karşı çıkarım, bu yüzden bunu işitin ve doğru olduğunu bilin. Karanlık Varlık’ın ele geçirmesine izin vermektense, sizi kendi ellerimle yok ederim daha iyi.”