“O bir âşık,” dedi Perrin ve Ara, Thom’a horgörürcesine baktı.
“Pelerini gördüm. Gösteri yapacak mısın?”
“Bir dakika,” diye itiraz etti Mat. “Benim Thom’un hikayelerini anlatmam da nereden çıktı? Hepiniz birden…”
“Sen Thom kadar iyi anlatamıyorsun,” diye sözünü kesti Rand telaşla ve Perrin araya girdi. “Daha iyi olsun diye birşeyler ekleyip duruyorsun, ama hiç olmuyor.”
“Ve birbirine karıştırıyorsun,” diye ekledi Rand. “Sen en iyisi bunu Thom’a bırak.”
Hepsi o kadar hızlı konuşuyordu ki, Ara ağzı açık, bakakaldı. Mat de herkes aniden delirmiş gibi bakıyordu. Rand, üzerine atlamadan Mat’in çenesini nasıl kapatacağını merak etti.
Kapı çarpılarak açıldı ve kahverengi pelerinini bir omzunun üzerine atmış olan Lan, bir anlığına buhar yoğunluğunu azaltan serin bir hava dalgası ile birlikte içeri girdi.
“İşte,” dedi Muhafız, ellerini ovuşturarak, “uzun zamandır bunu bekliyordum.” Ara bir kova aldı, ama Lan elini sallayarak engelledi. “Hayır, kendim hallederim.” Pelerinini taburelerden birine bıraktı ve adamın itirazlarına rağmen banyo hizmetkarını gönderip kapıyı arkasından sıkı sıkı kapattı. Başını eğip dinleyerek bir an bekledi. Diğerlerine döndüğü zaman sesi taş gibiydi ve gözleri Mat’i hançerliyordu. “Tam zamanında geri dönmem ne iyi bir şey, değil mi, çiftlik çocuğu? Sana söylenenleri dinlemez misin sen?”
“Ben bir şey yapmadım,” diye itiraz etti Mat. “Yalnızca ona Trollocları anlatacaktım, şeyi değil…” Durdu ve Muhafız’ın bakışları önünde geriledi, küvete yaslandı.
“Trolloclardan bahsetme,” dedi Lan sertçe. “Trollocları düşünme bile.” Öfkeli bir hıhlama ile banyo küvetini doldurmaya başladı. “Kan ve küller, unutmasanız iyi olur, Karanlık Varlık’ın en az beklediğiniz yerde gözleri ve kulakları vardır. Ve Işığın Evlatları, Trollocların peşinizde olduğunu duyarsa, sizi ele geçirmek için yanıp tutuşmaya başlar. Bu onlar için, Karanlıkdostu olduğunuzun kanıtı sayılır. Alışık olmayabilirsiniz, ama gittiğimiz yere varana kadar, Alys Hanım ya da ben aksini söylemedikçe kimseye güvenmeyin.” Moiraine’in kullandığı ismi vurguladığı zaman Mat irkildi.
“O adamın bize söylemediği bir şey vardı,” dedi Rand. “Sorun olduğuna dair bir şey, ama bize söylemedi.”
“Muhtemelen Çocuklardır,” dedi Lan, küvetine sıcak su dökerek. “Bazıları onları sorun sayar. Ama bazıları saymaz ve sizi riske girecek kadar tanımıyordu. Koşa koşa Beyazcübbelere gidebilirdiniz, asla bilemezdi.”
Rand başını iki yana salladı; burası daha şimdiden Taren Salı’ndan daha kötü gelmeye başlamıştı.
“Saldaea’da… orada Trolloclar olduğunu söyledi, değil mi?” dedi Perrin.
Lan, boş kovayı yere fırlattı. “Konuşmasanız olmaz, değil mi? Sınırboyları’nda Trolloclar hep vardı, demirci. Aklınıza sokun artık, tarladaki f arelerden daha fazla dikkat çekmek istemiyoruz. Buna yoğunlaşın. Moiraine hepinizi Tar Valon’a canlı ulaştırmak istiyor ve mümkünse yapacağım. Ama eğer onun zarar görmesine sebep olursanız…”
Banyonun kalanı ve giyinme, sessizlik içinde tamamlandı.
Banyo odasından çıktıkları zaman Moiraine koridorun ucunda, kendinden fazla uzun görünmeyen, ince bir kızla konuşuyordu. En azından Rand bunun bir kız olduğunu düşündü, siyah saçları kısa kesilmişti ve üzerinde erkek pantolonu ve gömleği vardı. Moiraine bir şey söyledi ve kız adamlara keskin bakışlarla baktı, sonra Moiraine’e başını sallayıp hızla uzaklaştı.
“Şimdi,” dedi Moiraine yaklaştıkları zaman, “eminim banyo iştahınızı açmıştır. Fitch Efendi bize özel bir yemek odası ayırdı.” Yol göstermek için dönerken oradan buradan, odalarından, kasabanın kalabalıklığından, hancının Thom’un salonu biraz müzik ve bir, iki hikaye ile şenlendirmesini umduğundan bahsetti. Kızdan, eğer o kız ise, hiç bahsetmedi.
Özel yemek odasının ortasında kalın bir halı ve çevresinde on iki sandalye dizili, cilalı meşeden bir masa vardı. İçeri girerlerken, parlak saçları omuzlarına taranmış Egwene, şöminenin başında ellerini ısıttığı yerden döndü. Banyo odasındaki uzun sessizlik sırasında Rand ilk kez bol bol düşünebilmişti. Lan’in devamlı kimseye güvenmemeleri gerektiğini hatırlatması, özellikle de Ara’nın onlardan korkması, aslında ne kadar yalnız olduklarını düşündürmüştü. Kendilerinden başka kimseye güvenemezlermiş gibi geliyordu ve Rand Moiraine’e ya da Lan’e ne kadar güvenebileceklerinden hâlâ emin değildi. Yalnızca kendilerine. Ve Egwene hâlâ Egwene di. Moiraine her durumda, bu Gerçek Kaynak’a dokunmanın başına geleceğini söylemişti. Kızın bunun üzerinde kontrolü yoktu ve bu da kendi hatası olmadığı anlamına geliyordu. Ve o hâlâ Egwene’di.
Rand özür dilemek için ağzını açtı, ama Egwene gerildi, o tek sözcük söyleyemeden sırtını döndü. Rand asık suratla onun sırtına bakarak söyleyeceklerini yuttu. Tamam o zaman. Eğer böyle olmasını istiyorsa, benim yapabileceğim hiçbir şey yok.
O sırada Fitch Efendi içeri daldı. Arkasında, kendisi gibi beyaz önlükler giymiş, üzerinde üç kızartılmış tavuk bulunan bir servis tepsisi, tabaklar ve üstü örtülmüş kaseler taşıyan dört kadın girdi. Hancı Moiraine’e eğilirken kadınlar hemen masayı kurmaya başladılar.
“Sizi bu şekilde beklettiğim için özür dilerim, Alys Hanım, ama handa o kadar çok kişi var ki, herkesin hizmet almasını sağlamak bile bir mucize. Korkarım yemek olması gerektiği gibi değil. Yalnızca tavuk, şalgam, bezelye, sonrası için de biraz peynir. Hayır, hiç de olması gerektiği gibi değil. Gerçekten de özür dilerim.”
“Bir ziyafet.” Moiraine gülümsedi. “Bu zor zamanlarda, gerçekten de bir ziyafet, Fitch Efendi.”
Hancı yine eğildi. Devamlı elleriyle sıvazlarmış gibi her yöne dikilen tel tel saçları selamını komik kılıyordu, ama sırıtması o kadar hoştu ki, kahkaha atan herkes ona değil, onunla kahkaha atıyor olurdu. “Teşekkür ederim, Alys Hanım. Teşekkür ederim.” Doğrulurken kaşlarını çattı ve önlüğünün köşesi ile masadaki hayali tozları sildi. “Bir sene önce önünüze çıkarabileceklerim gibi değil, elbette. Hiç değil. Kış yüzünden. Evet kış yüzünden. Kilerlerim boşalmaya başladı ve pazar neredeyse boş. Ama çiftçileri kim suçlayabilir? Kim? Bir ürün daha kaldırabilecekler mi, bilmek imkansız. Kesinlikle imkansız. İnsanların masasına konması gereken koyun ve sığır etini kurtlar yiyor, ve…”
Aniden bunların, konuklarını rahat bir yemeğe davet etmek için hiç de uygun konuşmalar olmadığını fark etmiş göründü. “Nasıl da gevezelik ediyorum. Eski rüzgarla doluyum ben. Eski rüzgar. Mari, Cinda, bırakın bu iyi insanlar yemeklerini huzur içinde yesinler.” Kadınları kovaladı ve onlar odadan çıkarken dönüp Moiraine’e yine eğildi. “Umarım yemeğinizden zevk alırsınız, Alys Hanım. İhtiyaç duyduğunuz başka şey varsa söyleyin yeter, ben getiririm, Söyleyin yeter. Size ve Andra Efendi’ye hizmet etmek bir zevk. Bir zevk.” Yerlere kadar eğildi ve kapıyı arkasından yavaşça kapatarak gitti.
Lan bu sırada, yarı uykudaymış gibi duvara yaslanmıştı. Sonra ayağa fırladı ve iki uzun adımda kapıya ulaştı. Kulağını kapıya dayadı, otuz saniye kadar dikkatle dinledi, sonra hızla kapıyı açtı ve başını koridora uzattı. “Gitmişler,” dedi sonunda, kapıyı kapatarak. “Güven içinde konuşabiliriz.”
“Kimseye güvenmememizi söylediğini biliyorum,” dedi Egwene, “ama hancıdan kuşkulanıyorsan, neden burada kalıyoruz?”
“Hancıya karşı, herkesten daha fazla şüphe beslemiyorum,” diye yanıt verdi Lan. “Ama zaten, Tar Valon’a ulaşana kadar herkesten şüpheleneceğim. Orada ise, insanların yalnızca yarısından şüpheleneceğim.”