Выбрать главу

Yapma Kemal

Bir gün Nam-ı Kemal bir yarışmaya katılmış. Yarışma en çok kadın yapma yarışı. Neyse 1. yarışmacı başlamış, spiker sayıyor: - "1,2,3,4,5,6..7...8" 2. yarışmacı, spiker sayıyor: - "1,2,3,4,5,6,7,8..9,10...11 çok güzeeel" Neyse sıra Nam-ı Kemale geliyor, spiker sayıyor: - "1,2,3,4,5,6,7,8,9,10,11,12,13,14 oda ne Nam-ı Kemal seyircilerin arasına daldı 15,16,17,18.. Yapma Kemal..."

Ensesine vurulacak kadın

Zenginler kulübü özel bir yarışma düzenlemişti. Açık havada yapılacak olan bu yarışmanın etapları şu şekildeydi, ortada bir masa ve masanın üzerinde çok sert bir içki olacaktı, yarışmacı bu içkiyi bir dikişte içecek, ondan sonra koşarak karşıdaki mağaraya girecek, mağaranın içindeki çok vahşi bir ayının ensesine bir tokat vurup mağaranın diğer kapısından dışarı çıkacak ve dışarda bekleyen çok güzel bir kadınla sevişecekti. Bu etapları tamamlayabilen yarışmacı birinci olacaktı... İlk olarak Alman yarışmacı tezahüratlar içinde masanın yanına gelir, seyircileri selamladıktan sonra içkiyi kafasına diker. Fakat içki o kadar serttir ki Alman bunu içer içmez olduğu yere yığılıp kalır. İkinci olarak masanın başına Fransız gelir, o da seyircileri selamladıktan sonra kendinden gayet emin bir şekilde içkiyi kafasına dikip mağaraya doğru fırlar, fakat tam mağaranın ağzına geldiğinde içkinin tesiriyle sızıp kalır. Onu da alıp götürürler. Son olarak Nam-ı Kemal masanın yanına gelir. Diğer yarışmacılar iri yarı izbandut gibi adamlar olduğu halde, Nam-ı Kemal ufak tefek, tok karnına 48 kg. gelen bir adamdır. Seyirciler epey gülüşürler fakat bizimki gayet kendinden emin bir şekilde içkiyi kafasına dikip gözlerini 15-20 saniye kapalı tuttuktan sonra yıldırım gibi fırlayıp mağaradan içeri girer. Biraz sonra içerden hırıltılar, gürültüler, bağrışmalar, feryatlar gelmeye başlar. Aradan 20 dakika geçer Kemal ortada yoktur, 30 dakika yok derken tam 45 dakika sonra diğer kapıdan kan-ter içinde çıkan Nam-ı Kemal, elinin tersiyle alnındaki teri silerek bağırır: - "Nerede ensesine vurulacak kadın?"

Zurna

Kralın bir kızı vardır ve daha önce hiç cinsel deneyimi olmamıştır. Kral bir gün kızıyla cinsel ilişkiye girmemek şartıyla isteyenin kızıyla evlenebileceğini ilan eder. Adayların içinden Nam-ı Kemal'i seçer. Nam-ı Kemal bir süre sonra güzel kızın yanında olup da ona dokunamamaktan sıkılır. Sonunda dayanamayarak penisini çıkartır. İlk defa penis gören kız "bu ne" diye sorar Nam-ı Kemal'e; o da "zurna" diye cevap verir. Bunun üzerine kız zurnayı çalmaya başlar ve bir süre Nam-ı Kemal olayı böyle götürür. Kemal sonunda sıkılır ve bir gün kız zurnayı istediğinde onu bahçede kaybettiğini söyler.. Kız da babasına Nam-ı Kemal'in zurnasının bulunmasını istediğini söyler. Bütün saray bahçede Kemal'in zurnasını aramaya başlar, kız etrafa bakarken bir anda babasının elbisesinin altından sarkan penisi görür ve babasına "baba, baba işte zurna burda" der ve çekiştirmeye başlar. Telaşlanan kral, "kızım bırak o annenin zurnası" der..

Topa tutulur

Bir gün padişah bir yarışma düzenlemiş. Kızını halkın önünde soyunduracak ve şeyi kalkmayana büyük miktarda altın verecekmiş. Ülkenin her yerinden yarışmaya katılanlar olmuş.. Tabi bir de Nam-ı Kemal.. Ama diğerlerinden daha hazırlıklı gelmiş o. Şeyini, kalkmasın diye bacağına dolamış... Yarışma başlamış. Padişahın kızı da ne öyle, güzeller güzeli.. Taş gibi bir vücudu var, dayanılacak gibi değil... Hal böyle olunca da herkesin şeyi kalkar; kurşuna dizilir, bizim Nam-ı Kemal'in bacağı kalkar; topa tutulur!

Gösterdim

Kralın bir atı varmış. Bu at çok üzgünmüş ve hep ağlarmış. Atının derdine çare arayan kral, ülkeye haber salıp "atımın sağlığını yerine getireni zengin ederim" demiş. Nice doktorlar, paytarlar gelmiş ama faydasız.. Olayı duyan Nam-ı Kemal hemen kralın yanına gitmiş: - "Ben bu işi yaparım" demiş. Kraclass="underline" - "Ama nasıl olur, nasıl yaparsın" demiş. - "Boşver onu, sen paradan haber ver" demiş Kemal. Neyse anlaşmışlar sonunda ve Namık Kemal atın yanına gidip kulağına birşeyler fısıldamış. Birden at gülmekten kırılmaya başlamış. Namık Kemal parasını almış, kral da mutlu olmuş. Aradan 1-2 ay geçmiş. At gülmekten yemek yiyemiyormuş. Kral Namık Kemali tekrar çağırmış: - "Bu ata birşeyler oldu ama sıkıldım artık, bunu eski haline getirirsen sana daha çok para veririm" demiş. Atın yanına giden Namık Kemal kısa sürede geri dönmüş. At ise eski halini almış ve başlamış hüngür hüngür ağlamaya. Kral dayanamayıp sormuş: - "Nasıl güldürüp ağlattın be adam?" - "İlk seferde, benimki seninkinden büyüktür, dedim, gülmeye başladı." - "Ya ikincisinde?" - "Çıkarıp gösterdim."

Nasreddin Hoca

Etmezsen etme

Adamın biri, bir gün ağacın altında namaz kılıyormuş. Ağaçta bulunan başka biri de onu izliyormuş. Namazını bitiren adam daha sonra namazının kabul olması için Allah'a dua etmeye başlamış. - "Allahım sen namazımı kabul et." Ağaçtaki adam: - "Etmem", diye cevap vermiş. Adam şaşırmış. Tekrarlamış: - "Allahım sen kıldığım namazı kabul et." - "Etmem." Adamın şaşkınlığı iyice artmış. Yine: - "Allahım sen namazımı kabul et", demiş. Ağaçtaki adam tekrar: - "Etmem", deyince adam sinirlenmiş. - "Etmezsen etme. Zaten abdestsiz kılmıştım."

Ağaç yürümezse

Nasreddin Hoca'ya yapılan sataşmalar tükenip bitmez. Akşehirliler bir gün Hoca'ya takılır ve sorarlar: - "Hocam senin evliyalar katında ulu bir kişi olduğun söylenir aslı var mıdır?" Hoca'nın böyle bir iddiası elbette yoktur ama bir kere soruldu ya cevaplar: - "Her halde öyle olmalı." - "Böyle kişiler zaman zaman mucizeler göstererek bu özelliklerini herkese kanıtlar. Hoca madem kabullendin göster bir mucize de görelim!" Hoca: - "Pekala şimdi size bir numara yapalım" der.. Karşısında durmakta olan çınar ağacına; - "Ey ulu çınar çabuk yanıma gel!" der. Tabii ne gelen ağaç var ne giden. Hoca yürümeye başlar ağacın yanına varır. Akşehirliler: - "Ne oldu Hoca ağacı getiremedin, kendin oraya gittin!" diye gülünce Hoca: - "Bizde kibir yoktur, dağ yürümezse abdal yürür", der.

Sünnet

Nasreddin Hoca'nın evine bir gün üç molla misafirliğe gelir. Üçü de birbirinden oburdur. Hoca ne yemek çıkarırsa silip süpürürler. O kadar ki sahanlarda yemek bitince, bunu da "sünnettir" diye ekmekle iyice sıyırırlar. Bu sirada odaya Hoca'nın oğlu girer. Mollalar Hoca'yı memnun etmek için: - "Aman ne güzel çocuk. Adı ne bunun?" diye sorarlar. Hoca: - "Adı Farzdır", der. Mollalar şaşırıp birbirlerine bakarlar: - "Bu ne biçim isim Hoca Efendi?" derler. "Şimdiye kadar böyle bir isim hiç duymamıştık." Hoca hemen taşı gediğine koyar: - "Ya sünnet diyeyim de onu da mı yiyesiniz?"

Secdeye kapanırsa

Bir gün Hoca, yol üstü bir hana inmiş. Han Nuh Nebi'den kalma bir yer.. Her tarafı delik deşik; adeta çökmeye ramak kalmış. Hoca'nın yüreğine bir korkudur düşmüş ama, ne desin? Nihayet bir söz arasında: - "Yahu, bu senin tavan da ne kadar gıcırdıyor, beşik mübarek!" diyecek olmuş ama, hancı baba hiç oralı olmamış; sözü şakaya boğarak: - "Ağzını hayra aç Hoca, bu gıcırtı beşik gıcırtısı değil; tavan tahtaları Hakka tesbih çekiyor!" demiş. Hoca'nın közü küllenir mi? Gözlerini hancının gözüne dikerek: - "Peki ama", demiş; "ya bu tavan boyle tesbih çeke çeke aşka gelip de secdeye kapanırsa, bizim halimiz nice olacak?"