Fank’in kendinde olmadığından emindi.
Fank’in yanındaki kapı ardına kadar açıldı. Siyah bereli iki yüz arabaya girmeye çabaladılar. Metal düğme sıraları parıldıyordu. Bu sırada Maxim’in oturduğu yerdeki kapı da açıldı ve güçlü eller omzunu, vücudunun yan tarafını ve boynunu kavradı. Onu Fank’ten uzaklaştırıp, arabadan dışarı çıkardılar. Direnmedi. Gürültülü kalabalığa doğru itildiği sırada Maxim, bereli iki adamın kıvranan Fank’i sarı arabaya sürüklediğini, diğer üç adamın da kollarını sallayan kalabalık arasından yol açtığını gördü. Bir anda kalabalık bir kükremeyle araba enkazına yaklaştı. Araba hantalca sallanarak havaya doğru yükseldi ve diğer yana doğru yattı.
Kalabalık arabanın üzerine çıktı. Hâlâ şarkı söylüyor ve bağırıyorlardı. Herkesi çılgın bir coşku sarmıştı.
Maxim, binanın duvarına doğru sürüklenmiş ve dükkanın ıslak camıyla kalabalık arasına sıkışmıştı. Boynunu uzatarak sarı arabayı işaret etti. İnleyen metal bir sesle çoktan yola çıkmış kalabalığın içinde ilerliyordu. Biraz sonra da gözden kayboldu.
IV
Maxim, akşamın geç saatlerine kadar şehirde dolaştı. Bu arada kurt gibi acıkmıştı. Bütün gün yürümüş, şehirde birçok şey görmüş, fakat neredeyse bunların hiçbirine bir anlam verememişti. Etraftaki konuşmalara kulak misafiri olmuş, bu şekilde birkaç kelime kapmıştı. Yoldaki işaretler ve posterlerin üzerindeki bazı harfleri anlayabilmesi de cabasıydı. Fakat hepsi bu kadardı. Fank’le geçirdiği kaza onu çok tedirgin etmişti, ancak yalnız olması onu teselli ediyordu. Bağımsızlık onun için çok önemliydi. Hippo’ni’n ellinci kattaki sefil havalandırmalı karınca yuvasına tıkıldığında işte bundan yoksundu. İçinde bulunduğu durumu tekrar gözden geçirerek Hippo’ya dönmemeye karar verdi. Şimdilik bir süre için ortalıktan kaybolmak istiyordu. Şüphesiz evsahiplerinize gösterdiğiniz nezaket önemliydi, fakat burası hakkında bilgi toplama şansını da gözardı edemezdi. Evet, bu insanlarla bağlantı kurmak çok önemliydi. Fakat tek başına bilgi toplamak için böyle bir şansı bir daha bulamayabilirdi. Yani iletişim kurma fikri bekleyebilirdi.
Şehir onu hayrete düşürmüştü. Yeryüzünü sarıp sarmalamıştı. Tüm hareket, ya yer üstünde ya da altında gerçekleşiyordu. Binalar arasındaki geniş alanlar ve üzerlerindeki gökyüzü sadece duman, yağmur ve sis kaplıydı.
Şehir, gri, dumanlı ve donuktu. Her yerde garip bir benzerlik sezinliyordu. Bu benzerlik ne binalarında — bazıları güzel bile sayılabilirdi, ne sokaklarındaki kalabalık insan sürüsünde, ne sonsuz rutubetli havasında, ne de korku veren taş kütle halindeki asfalt yolun cansızlığındaydı. Bu benzerlik sanki başka bir şeydeydi, temelde olan bir şey sizi alabildiğine sarıyordu. Bu dünya size devasa bir saat mekanizmasını ha-tırlatıyordu. Her parçası farklı olan, dönen, birbirlerine girip ayrılan çarklarıyla tek ve hiç bitmeyen bir ritme bağlı olarak çalışan bir saat. Bu ritmdeki en ufak değişiklik tek bir şey anlamına geliyordu: Mekanizmada hata, bozulma ve durma.
Çok garip bir dünyaydı, daha önce gördüklerine hiç benzemiyordu! Büyük olasılıkla birçok kanunla yönetilen karmaşık bir topluluktu. Maxim de bu kanunlardan birini keşfetmişti; itaat, herkesin yaptığı şeyi herkes gibi yap.
Kesinlikle, bu da Maxim’in tek yaptığı şeydi. Kalabalığa dalarak, kirli, camdan çatılı, dev mağazaların olduğu bir yere girdi. Kalabalıkla beraber, mağazalardan yeraltına yöneldi.
Kalabalık, elektrikli trenlerden birine bindi. Hızla koskocaman bir şeyin içinden ilerlediler. Daha sonra trenden inerek tekrar yüzeye, daha önce geride bıraktığı caddelere çok benzer bir diğerine çıktı.
Akşam olmuş, zemin üzerinde asılı duran zayıf sokak lambaları yanmaya başlamıştı. Ana caddeler tıklım tıklım dolmuştu. Maxim, kalabalıktan uzaklaşarak kendini yarı terkedilmiş, kötü aydınlatılmış dar bir sokakta buldu. Şehir hakkında bugün yeteri kadar bilgi topladığına karar verdi ve durdu.
Derken ileride parıldayan üç altın küre, yanıp sönen mavi bir floresan işaret ve mahzendeki kafeye açılan bir kapı fark etti. Üç adet kürenin yiyecek bulunan bir yer anlamına geldiğini çoktan öğrenmişti. Yontulmuş basamaklardan inerek bir düzine masanın olduğu alçak tavanlı bir odaya ulaştı. Zemin talaşla iyice örtülmüş, cam raflar ise üzerine ışık düştükçe renk değiştiren içki şişeleriyle tıka basa doldurulmuştu. Kafe neredeyse boştu. Kasanın arkasında, rafların önünde elleri sarkmış, yaşlıca bir kadın ağır ağır hareket ediyor, biraz ilerideki küçük masada ise kısa boylu, fakat kuvvetli görünümlü, kalın, siyah bıyıklı bir adam tembel tembel oturuyordu.
Maxim, içeri girdi ve kasanın önüne oturdu. Kasayla kendisini sadece bir girinti ayırıyordu. Yaşlı kadın Maxim’e doğru baktı ve boğuk ama yüksek bir sesle bir şeyler söyledi.
Adam da Maxim’e boş boş bakıp arkasını döndü. İçinde saydam bir sıvının olduğu uzun bardağını kapıp içkisinden bir yudum aldı. Bir kapı açıldı ve dantel önlük giymiş çok çekici bir genç kız içeri girdi. Maxim’i fark ederek onun masasına gitti. Gözlerini onunkilerle buluşturmak yerine Maxim’in başının üzerinden bakıyordu. Hassas, temiz bir cildi, parlak dudakları ve güzel, gri gözleri vardı. Maxim parmağını burnunun ucuna götürerek kibarca kendini tanıttı: “Maxim.”
Kız, Maxim’i yeni görüyormuş gibi şaşkınlıkla baktı.
Öylesine güzeldi ki Maxim’ dudaklarında sıcak bir gülüm-semenin belirmesini engelleyemedi. Bunun üzerine kız da gülümsedi ve burnunu işaret ederek: “Rada” dedi.
“Güzel” dedi Maxim. “Akşam yemeği.”
Kız, başını sallayarak ona bir soru sordu. Güvende olduğunu anlayan Maxim de başını salladı ve gülümsedi.
Maxim uzaklaşan kızı dikkatle izledi. İnce ve zarif görünüşü ona bu gezegende de güzel insanlar olduğunu düşündürdü.
Yaşlı kadın uzunca bir şeyler söyledi ve kasanın arkasında kayboldu. Maxim, bıyıklı adamın kendisine baktığını farketti.
Hatta düşmanca bakıyor bile denebilirdi. Oh, neyse, unut gitsin.
Rada tekrar gözüktü ve Maxim’e dumanı tüten, yanında et ve sebze de olan bir kase yulaf lapası ve bir bardak köpüklü sıvı getirdi.
“Güzel” dedi Maxim ve kendisine katılması için kıza işaret etti.
Sadece oturabilir ve yemeği boyunca onunla konuşabilirdi.
Onun sesini duymaktan ne kadar büyük bir keyif alacaktı.
Kızın, onu beğendiğini ve ona eşlik etmesinden hoşlanacağını bilmesini istiyordu.
Fakat Rada güçlükle gülümsedi ve kafasını salladı. Ona bir şeyler söyledi, ama Maxim sadece “oturmak” kelimesini anlayabildi. Daha sonra da kasaya döndü. “Çok kötü” diye düşündü Maxim. İki dişli çatalını eline aldı ve yemeğe başladı. Bildiği otuz kelimeden bir cümle oluşturmaya çalıştı, arkadaşlığını ifade edebilecek ve iletişim kurmasını sağlayabilecek bir cümle.