Выбрать главу

“O zaman bir başkası yerine benim gitmem çok daha iyi olur. Bunu aramızda en güçlü kişinin yapması gerek.”

Aviendha tek kaşını kaldırmaktan alıkoydu kendini. Bair sağlam kösele kadar zorluydu, ama diğer Bilgeler de çiçek yaprağı sayılmazdı tam olarak. “Bair,” dedi Aviendha. Aklına bir fikir gelmişti. “Nakomi adlı bir kadınla karşılaştın mı hiç?”

“Nakomi,” dedi Bair. “Eski bir isim. Bu ismi kullanan kimseyle karşılaşmadım. Neden?”

“Rhuidean’a giderken bir Aiel kadınla karşılaştım,” dedi Aviendha. “Bilge olmadığını iddia etti, ama üzerinde Bilge hali vardı…” Başını iki yana salladı. “Öylesine, meraktan sordum.”

“Eh, bu görülerin doğru olup olmadığını göreceğiz,” dedi Bair, kapıyoldan geçerek.

“Ya doğruysa Bair?” diye sordu Aviendha. “Ya yapabileceğimiz hiçbir şey yoksa?”

Bair döndü. “Çocuklarını gördüğünü söylemiştin, değil mi?”

Aviendha başını salladı. Görünün o kısmından ayrıntılı olarak bahsetmemişti. Kişisel bir şey gibi gelmişti.

“Çocuklardan birinin adını değiştir,” dedi Bair. “Görüde çocuğun adının ne olduğundan kimseye bahsetme, bize bile. O zaman anlarsın. Eğer bir şey değişikse, başka şeyler de farklı olabilir. Olacaktır. Bu bizim kaderimiz değil Aviendha. Bu bizim kaçınacağımız yol. Birlikte.”

Aviendha başını salladı. Evet. Basit bir değişiklik, küçük ama çok anlamlı bir değişiklik. “Teşekkür ederim Bair.”

Yaşlı Bilge ona başını salladı, sonra kapıyoldan geçti ve gecenin içinde koşarak şehre doğru uzaklaştı.

Talmanes kaba zincir zırh kuşanmış iriyarı, yabandomuzu yüzlü Trolloc’u omuzladı. Yaratık korkunç kokuyordu, duman, ıslak post ve yıkanmamış et gibi. Trolloc Talmanes’in saldırısı karşısında homurdandı; bu yaratıklar Talmanes’in saldırısı karşısında hep şaşırıyorlardı.

Talmanes geriledi ve kılıcını yere yıkılan canavarın böğründen kurtardı. Sonra öne atıldı ve bacağını tırmalayan çentik çentik tırnaklara aldırmadan, kılıcını yaratığın boğazına sapladı. Yaratığın aşırı insansı gözlerindeki can soldu.

Adamları savaşıyor, bağırıyor, homurdanıyor ve öldürüyordu. Sokak, dik bir yokuşla saraya doğru yükseliyordu. Trolloc sürüleri oraya yerleşmiş sokağı tutuyor, Birlik’in en tepeye ulaşmasını engelliyorlardı.

Talmanes bir binaya yaslandı – bir yanındaki bina yanıyor, sokağı vahşi renklerle aydınlatıyor, Talmanes’i ısıya boğuyordu. O yangın, yarasının alev alev, korkunç acısıyla karşılaştırılınca soğuk geliyordu. Yangı bacağından ayağına uzanıyordu ve omzuna doğru tırmanmaya başlamışa.

Kan ve lanet küller, diye düşündü. Pipom ve kitabımla, birkaç yalnız ve huzurlu saat için neler vermezdim. Savaşta ihtişamla ölmekten bahsedenler kahrolası aptallardı. Bu ateş ve kanla dolu kargaşanın ortasında ölmekte ihtişamlı bir taraf yoktu. Ona kalsa, sessiz bir ölümü tercih ederdi.

Talmanes, yüzünden terler akarak, zorla ayağa kalktı. Aşağıda, Trolloclar Talmanes’in gerideki güçlerinin ardına toplanmışlardı. Geri dönüş yolunu kapatmışlardı, ama Talmanes ilerideki Trollocları biçerek ilerleyebiliyordu.

Geri çekilmek zor olurdu. Bu yol Trolloclarla doluydu ve şehirde savaş olması, Talmanes’in güçleri ilerlerken ve daha sonra geri çekilirken Trollocların küçük gruplar halinde sokaklarda dolanıp yandan saldırmasının mümkün olması anlamına geliyordu.

“Bütün gücünüzle saldırın!” diye bağırdı Talmanes. Kendini sokaktan yukarı, yolu kesen Trolloclara doğru fırlattı. Saraya çok yaklaşmışlardı. Keçi suratlı bir Trolloc’un kılıcını, Dennel’in kafasını uçuracakken kalkanıyla karşıladı. Talmanes yaratığın silahını geri itmeye çalıştı, ama Işık, Trolloclar güçlüydü. Dennel kendini toparlar, Trolloc’un baldırına saldırarak onu yere devirirkenn, Talmanes yaratığın onu yere yıkmasını zar zor önleyebildi.

Yanında Melten’le birlikte yürümeye başladı. Sınırboylu, Talmanes’in hayatını sona erdirecek bir kılıca ihtiyaç duyması ihtimaline karşı, yanından ayrılmama sözünü tutmuştu. İkisi saldırının başını çekiyorlardı. Trolloclar gevşediler, sonra hırlayarak, gözleri ve silahları ateşlerin ışığında çakmak çakmak, kükreyen bir kürk yığını halinde toparlandılar.

Sayıları çok fazlaydı.

“Dayanın!” diye bağırdı Talmanes. “Lord Mat ve Kızıl El Birliği adına!”

Mat burada olsa, muhtemelen çok küfreder, çok yakınır, sonra gider, bir tür savaş meydanı mucizesiyle herkesi kurtarırdı. Talmanes Mat’in çılgınlık ve deha karışımını taklit edemezdi, ama narası adamlara cesaret vermiş gibiydi. Adamları safları sıkılaştırdılar. Gavid iki düzine arbaletçisini –Talmanes’in elinde kalan son arbaletçileri– yanmamış bir binanın tepesine dizdi. Trolloc sürüsüne ok yağdırmaya başladılar.

Ok yaylımı insanlardan oluşmuş bir düşman ordusunu dağıtabilirdi, ama Trolloclar üzerinde fazla etkili olmadı. Oklar birkaç Trolloc’u devirdi, ama Talmanes’in umduğu kadar çok değil.

Arkada bir yerde bir Soluk daha olmalı, diye düşündü. Trollocları One sürüyor. Işık, bir taneyle daha savaşamam. Devirdiğim Trolloc’la da savaşmamam gerekirdi!

Ayakta bile olmaması gerekirdi. Melten’in brendi matarası tükenmişti, acısını dindirebildiği kadar dindirmişti. Zihni, izin verebildigince bulanıktı şimdiden. Adamlarının önünde, Dennel ve Londraed ile birlikte, savaşmaya yoğunlaşmıştı. Döktükleri Trolloc kanı yokuştan aşağı akıyordu.

Birlik iyi bir savaş veriyordu, ama sayıca azınlıktaydılar ve bitkin düşmüşlerdi. Aşağıda, arkalarındaki Trolloclara yeni bir Trolloc yumruğu katıldı.

İşte buydu. Ya arkadaki sürüye saldıracak ve sırtlarını öndeki sürüye döneceklerdi, ya da adamlarını daha küçük birliklere ayıracak, yan sokaklardan çekilip aşağıdaki kapıda yeniden toplanmalarını emredecekti.

Talmanes emir vermeye hazırlandı.

“İleri Beyaz Aslan!” diye bağırdı birileri. “Andor ve Kraliçe adına!”

Talmanes hızla döndü ve kırmızı-beyazlı adamların tepedeki Trolloc saflarını yardığını gördü. Andorlu kargılı askerlerden oluşan ikinci bir güç bir yan sokaktan fırlayarak, Talmanes’in adamlarını sarmış olan Trolloc sürüsünü arkadan kuşattı. Saldıran kargılı askerlerin karşısında Trolloclar dağıldı ve birkaç dakika içinde tüm sürü, tıpkı irin dolu bir kabarcık gibi patladı ve Trolloclar her yöne saçıldı.

Talmanes sendeleyerek geriledi ve kılıcına yaslanmak zorunda kaldı. Madwin karşı saldırının kumandasını ele aldı ve adamları kaçan Trollocların çoğunu biçti.

Kanlı Kraliçenin Askerleri üniformaları içinde bir grup subay yokuştan aşağı koştu. Durumları Birlik askerlerinden daha iyi görünmüyordu. Kumandanları Guybon’du. “Paralı asker,” dedi Talmanes’e, “geldiğiniz için teşekkür ederiz.”

Talmanes kaşlarını çattı. “Biz sizi kurtarmışız gibi konuşuyorsun. Bana sorarsan tam tersi oldu.”

Guybon yangınların ışığında yüzünü buruşturdu. “Biraz soluklanmamıza izin verdiniz; o Trolloclar Saray kapılarına saldırıyordu. Size ulaşmamız bu kadar uzun sürdüğü için özür dilerim – başta onları bu yöne çeken şeyin ne olduğunu anlamadık.”

“Işık. Saray hâlâ direniyor mu?”

“Evet,” dedi Guybon. “Ama içerisi mültecilerle dolu.”

“Ya yönlendirenler?” diye sordu Talmanes umutla. “Neden Andor orduları Kraliçe ile birlikte dönmedi?”

“Karanlıkdostları.” Guybon kaşlarını çattı. “Majesteleri Kandaş Kadınların çoğunu yanında götürdü; en azından en güçlü olanları. Geride, birlikte çalıştıklarında kapıyol açabilecek güçte dört kadın bıraktı, ama –saldırı– bir suikastçı ikisini öldürdü ve diğer ikisi bunu önleyemedi. O ikisi yalnız başlarına, yardım çağrısı yapmak üzere birini göndermemizi sağlayacak kadar güçlü değil. Güçlerini Şifa için kullanıyorlar.”