“Kan ve lanet küller,” dedi Talmanes, ama bunu söylerken içinde bir umut yeşermişti. Belki bu kadınlar kapıyol açamıyordu, ama yarasına Şifa verebilirlerdi. “Mültecileri şehirden götürmen lazım Guybon. Adamlarım güney kapısını tutuyor.”
“Harika,” dedi Guybon, sırtını dikleştirerek. “Ama mültecileri senin götürmen gerek. Ben Saray’ı savunmalıyım.”
Talmanes tek kaşını kaldırarak ona baktı; Guybon’dan emir almıyordu. Birlik’in kendi kumanda yapısı vardı ve yalnızca Kraliçe’ye hesap verirdi. Mat anlaşmayı kabul ederken bunu açık seçik ifade etmişti.
Ne yazık ki, Guybon da Talmanes’ten emir almıyordu. Talmanes derin bir nefes aldı, ama başı dönerek sallandı. Melten kolunu tutarak düşmekten kurtardı onu.
Işık, canı yanıyordu. Böğrü doğru olanı yapıp uyuşamaz mıydı? Kan ve lanet küller. O Kandaşlara ulaşması gerekiyordu.
“O iki kadın Şifa verebiliyor mu?” dedi Talmanes umutla.
“Onları çoktan çağırttım,” dedi Guybon. “Buradaki gücü görür görmez.”
Eh, bu da bir şeydi.
“Ben burada kalmaya kararlıyım,” diye uyardı Guybon. “Buradan ayrılmayacağım.”
“Neden? Şehri kaybettik be adam!”
“Kraliçe kapıyollar aracılığıyla düzenli olarak rapor yollamamızı emretmişti,” dedi Guybon. “Kraliçe eninde sonunda neden haberci yollamadığımızı merak edecektir. Neden rapor vermediğimizi öğrenmek için bir yönlendirici yollayacaktır ve o haberci Saray’ın Yolculuk alanına gelecek. Bu…”
“Lordum!” diye seslendi biri. “Lord Talmanes!”
Guybon sustu. Talmanes döndüğü zaman izcilerinden biri olan Filger’ın kanlı parke taşları üzerinde, yokuş yukarı ona doğru koştuğunu gördü. Filger saçları seyrelmeye yüz tutmuş, sakalları uzamış, zayıf bir adamdı ve onu görünce Talmanes’in içi dehşetle doldu. Filger, şehir kapısını korumak için bıraktığı adamlardan biriydi.
“Lordum,” dedi Filger nefes nefese, “Trolloclar şehir duvarlarını ele geçirdi. Surları doldurdular ve yaklaşan herkesi ok ve mızrak yaylımına tutuyorlar. Teğmen Sandip size haber vermem için yolladı beni.”
“Kan ve küller! Kapı ne durumda?”
“Dayanıyoruz,” dedi Filger. “Şimdilik.”
“Guybon,” dedi Talmanes, geri dönerek. “Biraz merhamet et adam; birinin o kapıyı savunması gerek. Lütfen, mültecileri çıkar ve adamlarıma destek ver. Şehirden çekilmek için kullanabileceğimiz tek yer o kapı.” “Ama Kraliçe’nin habercisi…”
“Kraliçe buraya bakmayı akıl ettiğinde burada ne haltlar döndüğünü anlayacak zaten. Çevrene bir bak! Saray’ı savunmaya çalışmak çılgınlık olur. Artık burası bir şehir değil, cenaze ateşi.”
Guybon kararsızdı, dudakları gerilip ince bir çizgi oluşturmuştu. “Haklı olduğumu biliyorsun,” dedi Talmanes, yüzünü acıyla buruşturarak. “Yapabileceğin en iyi şey güney kapısındaki adamlarıma destek vermek ve kapıyı olabildiğince çok mültecinin geçmesi için açık tutmak.” “Belki,” dedi Guybon. “Ama Saray’ı yanmaya mı bırakacağız?”
“Bir anlamı olmasını sağlayabilirsin,” dedi Talmanes. “Saray’da savaşması için bir kısım askerini geride bırakmaya ne dersin? Trollocları olabildiğince uzun süre durdursunlar. Bu Trollocları bu taraftan kaçan insanlardan uzak tutar. Saray’ı tutamayacak hale geldiklerinde aksi yönü kullanarak Saray’dan kaçarlar ve sonra güney kapısına dolanırlar.”
“İyi bir plan,” dedi Guybon istemeye istemeye. “Önerdiğin gibi yapacağım, ama ya sen?”
“Benim ejderlere ulaşmam lazım,” dedi Talmanes. “Onların Gölge’nin eline geçmesine izin veremem. İç Şehir’in sınırına yakın bir depodalar. Kraliçe onların gözlerden uzakta, dışarıdaki paralı askerlerden uzakta tutmak istedi. Onları bulmam lazım. Eğer mümkünse yanıma alacağım. Değilse, yok edeceğim.”
“Pekala,” dedi Guybon, sırtını dönerek. Kaçınılmaz olanı kabullenmek canını sıkmış gibiydi. “Adamların dediğin gibi yapacak; yarısı mültecileri saraydan çıkaracak, sonra askerlerinin güney kapısını tutmasına yardım edecek. Diğer yarısı Saray’ı bir süre daha tutacak ve sonra geri çekilecek. Ama ben seninle geliyorum.”
“Gerçekten de burada bu kadar çok lambaya ihtiyaç var mı?” diye sordu Aes Sedai, odanın arka tarafındaki taburesinden. Taburede değil, bir tahtta oturuyordu adeta. “Boşa harcadığın yağı düşün.”
“Lambalara ihtiyacımız var,” diye homurdandı Androl. Gece yağmuru pencereyi dövüyordu, ama Androl sesi duymazdan geliyor, dikkatini diktiği deriye odaklamaya çalışıyordu. Eyer yapıyordu. Şu anda, atın karnını dolanacak kolan üzerinde çalışıyordu.
Deriye iki sıra delik açtı ve işin onu sakinleştirmesine izin verdi. Kullandığı dikiş keskisi elmas şeklinde delikler açıyordu – istese hız için çekiç de kullanabilirdi, ama şu anda delikleri çekiçsiz, bastırarak açmanın verdiği hissin keyfini çıkanyordu.
Dikiş işaretleme tekerleğini aldı, bir sonraki dikişlerin yerini ölçtü, sonra yeni delikler üzerinde çalıştı. Bu tür deliklerde elmas şeklindeki deliklerin uzun kenarlarını birbirine paralel açmanız gerekiyordu ki, deri gerildiği zaman delikleri de germesin. Dikişlerin düzenli olması, eyerin seneler boyunca şeklini kaybetmemesini sağlayacaktı. Sıralarının birbirine yakın olması, birbirlerini güçlendirmesini sağlıyordu, ama birbirlerini yırtacak kadar da yakın olmamalıydılar. Çapraz delikler işe yarıyordu.
Ufak ayrıntılar. Ufak ayrıntıları doğru yapmalıydınız ve…
Parmakları kaydı ve elmas şeklindeki deliğin ucu yanlış yönü gösteren bir delik açtı. Hareket yüzünden iki delik çakıştı.
Androl deriyi neredeyse öfkeyle odanın diğer ucuna fırlatacaktı. Bu gece beşinci defa oluyordu bu!
Işık, diye düşündü, ellerini masaya dayayarak. Öz kontrolüme ne oldu?
Ne yazık ki bu soruyu kolaylıkla yanıtlayabilirdi. Olan şey Kara Kule. Gelgit dalgaları çekildiğinde kuruyan gölette kısılı kalmış, bir grup çocuğun elinde kovalarla, lezzetli görünen her şeyi toplaya toplaya kumsalda yaklaşmasını izleyerek çaresizlik içinde gelgit dalgalarının dönmesini bekleyen bir nachi gibi hissediyordu.
Nefes aldı, sonra verdi ve deriyi eline aldı. Senelerdir yaptığı en özensiz iş olacaktı, ama yine de bitirecekti. İşi bitirmeden bırakmak, ayrıntılara özen göstermemek kadar kötüydü.
“İlginç,” dedi Aes Sedai – adı Pevara’ydı ve Kızıl Ajah’tandı. Androl kadının gözlerim ensesinde hissedebiliyordu.
Bir Kızıl. Eh, eski Tear deyiminin dediği gibi, ortak rota sıradışı yol arkadaşları getirebiliyordu. Belki bunun yerine Saldaea atasözünü kullanmalıydı. Eğer kılıcı düşmanının gırtlağındaysa, o kılıcın ne zaman senin gırtlağında olduğunu hatırlamaya çalışarak zaman kaybetme.
“Ee,” dedi Pevara, “Kara Kule’ye gelmeden önceki hayatını anlatıyordun?”
“Anlattığımı sanmıyorum,” dedi Androl, dikiş dikmeye başlayarak. “Neden? Ne bilmek istiyorsun?”
“Yalnızca merak ettim. Buraya sınanmak için kendiliğinden gelenlerden misin, yoksa avlanırken yakaladıklarından biri mi?”
Androl ipliği çekip sıkılaştırdı. “Dün Evin’e beni sorduğunda onun sana söylediğini sandığım gibi, kendim geldim.”