“Hmmm,” dedi Pevara. “Görüyorum ki beni izliyorsun.”
Androl deriyi indirerek ona baktı. “Sana öğrettikleri şeylerden biri mi bu?”
“Ne?” diye sordu Pevara masum masum.
“Konuşmayı bu şekilde saptırmak. Orada oturmuş, beni seni gizlice gözetlemekle suçluyorsun neredeyse – halbuki arkadaşlarım arasında beni soruşturan sensin.”
“Kaynaklarımın ne olduğunu bilmek istiyorum.”
“Bir erkeğin neden Kara Kule’ye gelmeyi seçtiğini bilmek istiyorsun. Tek Güç yönlendirmeyi öğrenmek için.”
Pevara yanıt vermedi. Androl onun Üç Yemin’i ihlal etmeyen bir yanıt bulmaya çalıştığını görebiliyordu. Bir Aes Sedai’yle konuşmak, ıslak çimenlerin arasında kayıp giden bir yeşil yılanı takip etmeye çalışmaktan farksızdı.
“Evet,” dedi Pevara.
Androl şaşkınlıkla gözlerini kırpıştırdı.
“Evet, bilmek istiyorum,” diye devam etti Pevara. “Biz istesek de istemesek de müttefikiz. Nasıl biriyle yatağa girdiğimi bilmek istiyorum.” Androl’ü süzdü. “Lafın gelişi elbette.”
Androl derin bir nefes aldı ve kendini sakin olmaya zorladı. Her lafı çarpıtan Aes Sedailerle konuşmaktan nefret ediyordu. Gecenin gerginliği ve eyeri bir türlü doğru düzgün yapamaması ile birleşince…
Sakin olmalıydı, Işık kavurasıca!
“Halka olmayı çalışmalıyız,” dedi Pevara. “Taim’in adamları peşimize düşecek olursa, onlara karşı küçük de olsa bir avantaj olur.”
Androl kadından hoşlanmadığı gerçeğini aklından çıkardı –endişelenmesi gereken başka şeyler vardı– ve kendini nesnel bir biçimde düşünmeye zorladı. “Halka mı?”
“Halkanın ne olduğunu bilmiyor musun?”
“Korkarım bilmiyorum.”
Pevara dudaklarını büzdü. “Bazen hepinizin ne kadar cahil olduğunuzu unutuyorum…” Fazla konuştuğunu fark etmiş gibi duraksadı.
“Bütün erkekler cahildir Aes Sedai,” dedi Androl. “Ne konularda cahil olduğumuz değişebilir, ama dünya öyle bir yer ki, hiçbir erkek her şeyi bilemiyor.”
Bu da kadının beklediği yanıt değil gibiydi. O sert gözler onu inceledi. Pevara yönlendirebilen erkeklerden hoşlanmıyordu –çoğu insan hoşlanmazdı zaten– ama Pevara’da bu duygu daha da güçlüydü. Pevara tüm hayatını Androl gibi adamları avlayarak geçirmişti.
“Bir halka,” dedi Pevara, “kadınlar ve erkeklerin Tek Güç’teki becerilerini birleştirmesidir. Bunu yapmanın özel bir yolu vardır.”
“M’Hael biliyordur o zaman.”
“Halka oluşturmak için erkeklerin kadınlara ihtiyacı olur,” dedi Pevara. “Aslında birkaç örnek dışında, bir halkada erkeklerden çok kadın olmalıdır. Bir kadın ve bir erkek, bir kadınla iki erkek, iki kadınla iki erkek halka kurabilir. Bu yüzden, yapabileceğimiz en büyük halka üç kişiden oluşabilir, ben ve sizden iki kişi. Yine de işimize yarayabilir.”
“Çalışman için sana iki kişi bulurum,” dedi Androl. “Güvendiklerim arasında, en güçlü olan Nalaam’dır derim. Emarin de çok güçlüdür ve henüz gücünün doruğuna ulaştığını sanmıyorum. Jonneth için de aynısı geçerli.”
“En güçlü onlar mı?” diye sordu Pevara. “Sen değil misin?”
“Hayır,” dedi Androl, işine dönerek. Dışarıda yağmur hızlanmıştı ve kapının altından içeri soğuk hava sızıyordu. Odadaki lambalardan biri sönmeye yüz tutmuştu ve odaya gölgeler düşürüyordu. Androl huzursuzlukla karanlığa baktı.
“Buna inanmakta güçlük çekiyorum Androl Efendi,” dedi Pevara. “O adamların hepsi sana saygı gösteriyor.”
“Neye istiyorsan ona inan Aes Sedai. Aralarında en zayıf olan benim. Belki Kara Kule’deki en zayıf adam.”
Bu Pevara’yı susturdu ve Androl sönmeye yüz tutmuş lambayı doldurmak için kalktı. Tekrar yerine oturduğunda kapı çalındı ve Emarin’le Canler içeri girdi. İkisi de yağmurdan ıslanmıştı, ama bunun dışında, birbirine ne kadar zıt olunabilirse o kadar zıttılar. Biri uzun boylu, görgülü ve dikkatliydi. Diğeri ise huysuz ve dedikoducu. Bir şekilde, aralarında ortak bir yan bulmuşlardı ve birbirlerinin arkadaşlığından keyif alıyor gibi görünüyorlardı.
“Ee?” diye sordu Androl.
“İşe yarayabilir,” dedi Emarin, yağmurdan sırılsıklam olmuş ceketini çıkarıp kapının yanındaki çengele asarak. Altında, Tear tarzında işlemeli giysiler vardı. “Güçlü bir yağmur fırtınası olması lazım. Nöbetçiler çok dikkatli izliyor.”
“Panayırdaki ödüllü boğa gibi hissediyorum,” diye homurdandı Canler, ceketini astıktan sonra ayaklarını yere vurarak çizmelerindeki çamuru temizlerken. “Gittiğimiz her yerde, Taim’in gözdeleri bizi göz ucuyla izliyor. Kan ve küller Androl. Biliyorlar. Kaçmayı deneyeceğimizi biliyorlar.”
“Zayıf nokta buldun mu?” diye sordu Pevara, öne eğilerek. “Duvarların o kadar dikkatli korunmadığı bir yer?”
“Seçtikleri nöbetçilere bağlı gibi görünüyor Pevara Sedai,” dedi Emarin, ona doğru başını sallayarak.
“Hinin … öyledir herhalde. Aranızda bana en çok saygı gösteren kişinin bir Tearlı olmasını ilginç bulduğumu söylemiş miydim?”
“Birine nazik davranmak, ona saygı göstermekle aynı şey değildir Pevara Sedai,” dedi Emarin. “Yalnızca iyi yetiştirildiğini ve dengeli bir mizacın olduğunu gösterir.”
Androl gülümsedi. Emarin hakaret konusunda tam bir ustaydı. Zamanın yarısında, karşısındaki kişi alay edildiğini ancak Emarin’in yanından ayrıldıktan sonra anlıyordu.
Pevara dudaklarını büzdü. “Pekala o zaman. Nöbetçi rotasyonunu izleyeceğiz. Bir sonraki fırtına patladığında, onu kullanarak, dikkatsiz olduğunu düşündüğümüz nöbetçilerin koruduğu duvarın üzerinden aşarak kaçacağız.”
İki adam Androl’e döndü. Androl masanın gölgesinin düştüğü köşeyi izlerken buldukendini. Gölge büyüyor muydu? Ona doğru mu uzanıyordu?
“Adamlarımızı geride bırakmak hoşuma gitmiyor,” dedi, kendini köşeye bakmamaya zorlayarak. “Burada, henüz Taim’in kontrolü altında olmayan düzinelerce adam ve çocuk var. Dikkat çekmeden hepsini birden kaçıramayız. Onları geride bırakırsak, asıl risk…”
Söyleyemedi. Neler olduğunu tam olarak bilmiyorlardı. İnsanlar değişiyordu. Eskiden güvenilir müttefikleri olan kişiler bir gecede düşmana dönüşüyordu. Aynı görünüyorlardı, ama bambaşka kişilere dönüşüyorlardı. Gözlerinin ardında farklı. Androl ürperdi.
“Asi Aes Sedailerin gönderdiği kadınlar hâlâ kapıların dışında bekliyor,” dedi Pevara. Kamp kurmuş, bir süredir orada kalıyorlardı ve Yenidendoğan Ejder’in onlara Muhafız vaat ettiğini iddia ediyorlardı. Henüz Taim onları içeri almamıştı. “Eğer onlara ulaşabilirsek, Kule’ye saldırabiliriz ve geride kalanları kurtarabiliriz.”
“O kadar kolay olur mu?” diye sordu Emarin. “Taim’in bir köy dolusu rehinesi olacak. Adamların çoğu ailelerini de getirdi.”
Canler başını salladı. Kendi ailesi de onların arasındaydı. Onları geride bırakmak istemezdi.
“Bunun ötesinde,” dedi Androl usulca, taburesinin üzerinde Pevara’ya doğru dönerek, “gerçekten de burada Aes Sedailerin kazanacağına inanıyor musun?”
“Çoğunun on yılları bulan deneyimi var – bazılarının deneyimi yüzyılları buluyor.”
“Bunun ne kadarını savaşarak geçirmişler?”
Pevara yanıt vermedi.
“Burada yönlendirebilen yüzlerce adam var Aes Sedai,” diye devam etti Androl. “Her biri uzun süre silah olmak için eğitim aldı. Biz siyaset ve tarih öğrenmiyoruz. Biz ulusları nasıl etkimiz altına alacağımızı öğrenmiyoruz. Biz öldürmeyi öğreniyoruz. Buradaki her adam, her çocuk, yeteneğinin ötesinde zorlanır, gerilmek, büyümek zorunda kalır. Daha fazla güç kazanır. Yok etmeyi öğrenir. Ve çoğu da çılgındır. Aes Sedailerin bununla savaşabilir mi? Özellikle de, güvendiğimiz adamların –kurtarmaya çalıştığımız adamların– çoğu Aes Sedailerin kampı işgal etmeye çalıştığını görünce Taim’in adamlarının yanında savaşırsa?”