Выбрать главу

“Ne?”

“Söylememeyi tercih ederim,” dedi Androl, kızararak. Hayatının o dönemini anlatmayacaktı. Işık, bu şekilde devam edersem insanlar Nalaam kadar palavracı olduğumu düşünecek.

Emarin döndü ve pencereye vuran yağmuru seyretmeye başladı. “Eğer doğru hatırlıyorsam Knoks İsyanı çok kısa bir süre için başarılı oldu. İki sene içinde soylu aile yeniden başa geçmişti ve asiler ya sürülmüş ya da idam edilmişlerdi.”

“Evet,” dedi Androl usulca.

“Bu yüzden burada daha iyi iş çıkarmamız gerek,” dedi Emarin. “Senin adamınım Androl. Hepimiz öyleyiz.”

“Hayır,” dedi Androl. “Biz Kara Kule’nin adamlarıyız. İllaki gerekliyse size önderlik ederim, ama bu ben ya da sen ya da bireysel olarak herhangi birimiz hakkında değil. Yalnızca Logain geri dönene kadar başta kalırım.”

Eğer geri dönerse, diye düşündü Androl. Artık Kara Kule’ye giden kapıyollar çalışmıyor. Acaba geri dönmeye çalışıyor ama başaramıyor mu?

“Pekala,” dedi Emarin. “Ne yapacağız?”

Dışarıda gök gürledi. “Düşüneyim,” dedi Androl, deri parçasını ve aletlerini eline alarak. “Bana bir saat ver.”

“Üzgünüm,” dedi Jesamyn usulca, Talmanes’in yanında diz çökerek. “Yapabileceğim hiçbir şey yok. Yara çok işlemiş, benim yeteneğim tedavi etmeye yetmez.”

Talmanes başını salladı ve sargıyı geri örttü. Böğründeki deri, buz yangısı gibi kararmıştı.

Kandaş kadın kaşlarını çatarak ona baktı. Saçları altın rengi, genç görünüşlü bir kadındı, ama yönlendiriciler söz konusu olunca, yaş bahsi aldatıcı olabiliyordu. “Hâlâ yürüyebilmene şaşıyorum.”

“Buna yürümek denebileceğinden emin değilim,” dedi Talmanes, aksaya aksaya askerlerinin yanına dönerken. Genellikle kendi başına hareket edebiliyordu hâlâ, ama artık baş dönmeleri sıklaşmıştı.

Guybon, Dennel’le tartışıyordu ve Dennel elini kolunu sallayarak haritasını gösteriyordu. Hava dumanla puslanmıştı ve adamların çoğu yüzlerine mendil bağlamışlardı. Lanet Aiellerden bir çeteye benziyorlardı.

“…Trolloclar bile o bölgeden çekiliyor,” diye ısrar etti Guybon. “Çok fazla yangın var.”

“Trolloclar şehrin her yerinde duvarlara doğru geriliyor,” diye yanıt verdi Dennel. “Şehrin bütün gece yanmasına izin verecekler. Şu anda yanmayan tek yer Yolkapısı’nın olduğu yer. Bir ateş duvarı yapmak için oradaki bütün binaları yıktılar.”

“Tek Güç kullandılar,” dedi Jesamyn, Talmanes’in arkasından. “Hissettim. Kara Aes Sedailer. O yöne gitmeyi önermem.”

Kalan tek Kandaş Jesamyn’di; diğerleri düşmüştü. Jesamyn kapıyol açacak kadar güçlü değildi, ama işe yaramadığı da söylenemezdi. Talmanes, saflarını aşan altı Trolloc’un yanmasını izlemişti.

O çatışmayı, acıdan kıpırdayamaz halde, geride oturarak geçirmişti. Neyse ki Jesamyn ona çiğneyebileceği bazı bitkiler vermişti. Otlar kafasını uyuşturmuştu, ama acıyı da dayanılabilir kılmıştı. Bedeni bir mengenede yavaş yavaş eziliyormuş gibi hissediyordu, ama en azından ayağa kalkabiliyordu.

“En kısa yoldan gideceğiz,” dedi Talmanes. “Yanmayan mahalle ejderlere fazla yakın; Gölgedöllerinin Aludra’yı ve silahlarını keşfetmesi riskine giremem.” Şimdiye kadar çoktan keşfetmemişlerse.

Guybon ona dik dik baktı, ama bu Birlik’in operasyonuydu. Guybon da aralarına kabul edilmişti, ama emir-komuta zincirinin bir parçası değildi.

Talmanes’in güçleri, pusulara karşı ihtiyat içinde, karanlık şehirde ilerlemeye devam ettiler. Deponun yerini yaklaşık olarak bilseler de, oraya ulaşmak sorunluydu. Pek çok cadde enkaz, yangın ya da düşmanlarca tıkanmıştı. Güçlerinin geçmesi gereken ara sokaklar o kadar dolaşıktı ki, Guybon ve diğer Caemlynliler bile doğru yönü takip etmekte güçlük çekiyordu.

Yollarının geçtiği mahalleler öyle bir sıcaklıkla yanıyordu ki, muhtemelen parke taşları eriyordu. Talmanes gözleri kuruyana kadar alevlere baktı, sonra adamlarını başka dolaylı yollara yönlendirdi.

Aludra’nın deposuna santim santim yaklaştılar. İki kez, öldürecek mülteci bulmak için kol gezen Trolloclara denk geldiler. Onları öldürdüler, Trolloclar durumun farkına varıp karşılık veremeden, kalan arbaletçiler onların yansını yere deviriyordu.

Talmanes durup izliyordu, ama artık çatışmaya katılacak kadar güvenemiyordu kendine. O yara onu çok zayıflatmıştı. Işık, neden atını geride bırakmıştı ki? Aptalca bir karardı. Eh, Trolloclar atı korkutup kaçırırdı zaten.

Düşüncelerim dönüp dolaşıp aynı yere geliyor. Kılıcıyla bir yol kavşağını gösterdi. İzciler önden koşarak iki tarafı kontrol ettiler ve ilerinin temiz olduğunu işaret ettiler. Doğru düzgün düşünemiyorum. Karanlığın beni ele geçirmesine çok kalmadı.

İlk önce ejderlerin korumaya alındığından emin olacaktı. Buna mecburdu.

Talmanes ara sokaktan çıktı ve tanıdık bir sokağa geldi. Yaklaşmışlardı. Sokağın bir yanında binalar yanıyordu. Oradaki heykeller, alevlerin arasında kısılı kalmış zavallılara benziyordu. Ateşler çevrelerini sarmıştı ve beyaz mermerleri yavaş yavaş kararıyordu.

Sokağın diğer tarafı sessizdi, orada hiçbir şey yanmıyordu. Heykellerin düşürdüğü gölgeler, düşmanlarının yanmasını seyrederek eğlenirmiş gibi, oynayıp dans ediyordu. Havada baskın bir duman kokusu vardı. O gölgeler –ve yanan heykeller– Talmanes’in bulanık zihnine, hareket ediyormuş gibi geliyordu. Dans eden gölge yaratıkları. Ölen güzellikler, derilerindeki bir hastalığın tükettiği, kararttığı, kendine ziyafet çektiği, ruhunu öldürdüğü…

“Yaklaştık!” dedi Talmanes. Sallanarak koşmaya başladı. Adamlarını yavaşlatmayı göze alamazdı. Eğer o yangın depoya ulaşırsa…

Kavrulmuş bir alana geldiler; görünüşe göre yangın buraya gelmiş ve geçmişti. Eskiden burada büyük, tahta bir depo vardı, ama çökmüştü. Geriye yalnızca dumanı tüten tahtalar kalmıştı ve aralarında molozlar ve yarıyanmış Trolloc leşleri vardı.

Adamlar sessizlik içinde çevresini aldılar. Alevlerin çıtırtısından başka ses yoktu. Talmanes’in yüzünden soğuk terler damlıyordu.

“Çok geç kaldık,” diye fısıldadı Melten. “Onları aldılar, değil mi? Alevler ejderlere ulaşsa, havaya uçarlardı. Gölgedölleri geldi, ejderleri aldı ve mekânı yaktı.”

Talmanes’in çevresinde, Birlik’in bitkin üyeleri dizleri üzerine çöktü.

Üzgünüm Mat, diye düşündü Talmanes. Elimizden geleni yaptık. Biz…

Aniden, gök gürültüsüne benzeyen bir patlama sesi şehirde yankılandı. Ses Talmanes’i kemiklerine kadar sarstı. Hep birden başlarını kaldırdılar.

“Işık,” dedi Guybon. “Gölgedölleri ejderleri mi kullanıyor?”

“Belki de değildir,” dedi Talmanes. İçine bir güç doldu ve yine koşmaya başladı. Adamları ona yetişerek çevresini aldılar.

Her adım böğrüne bir sancı saplanmasına sebep oluyordu. Alevleri sağına alarak, solunda soğuk bir kıpırtısızlıkla, heykelli sokaktan geçti.

GÜM.

O patlamalar ejderlerin çıkaracağı kadar yüksek gelmiyordu. Aes Sedailerin geldiğini ummaya cesaret edebilir miydi? Jesamyn sesleri duyunca dikkat kesilmişti ve etekli olmasına rağmen erkeklerle birlikte koşuyordu. Grup depodan iki sokak ileride, bir köşeyi dolandı ve hırlayan bir Gölgedölü grubunun arkasına çıktı.

Talmanes ürkütücü bir öfkeyle bağırdı ve iki eliyle kılıcını kaldırdı. Yarasının yangısı tüm vücuduna yayılmıştı; parmakları bile yanıyordu. Şehirle birlikte yanmaya mahkum edilmiş heykellerden biri gibi hissediyordu.