Talmanes sırtüstü yatmış, karanlık gökyüzüne bakıyordu. Yukarıdaki bulutlar ölüm döşeğindeki şehrin ışıklarını yansıtıyor gibiydi. Bu yanlıştı. Işık yukarıdan gelirdi, değil mi?
Şehir kapısına doğru yola çıkmasından kısa süre sonra attan düşmüştü. Bunu hatırlayabiliyordu… çoğu zaman. Acı düşünmeyi güçleştiriyordu. İnsanlar bağrışıyordu.
Mat’e… Mat’e daha fazla sataşmalıydım, diye düşündü, dudaklarında hafif bir gülümseme belirirken. Bu tür şeyler düşünmek için aptalca bir zaman. Benim… benim ejderleri bulmam gerek. Yoksa onları çoktan bulmuş muyduk?
“Size söylüyorum, lanet şeyler o şekilde çalışmıyor!” Dennel’in sesi. “Onlar lanet tekerlekli Aes Sedailer değil. Ateşten duvar yapamayız. Bu metal topları Trolloclara doğru fırlatabiliriz.”
“Patlıyorlar.” Bu da Guybon’un sesiydi. “Fazlalıkları benim söylediğim gibi kullanabiliriz.”
Talmanes’in gözleri kapandı.
“Toplar patlıyor, evet,” dedi Dennel. “Ama ilk önce onları fırlatmamız gerekiyor. Onları sıraya dizmek ve Trollocların üzerinden aşmalarına izin vermek pek işe yaramaz.”
Bir el Talmanes’in omzunu sarstı. “Lord Talmanes,” dedi Melten. “Şu anda bitmesine izin vermekte onursuzluk yok. Acının çok büyük olduğunu biliyorum. Annenin son kucağı sana sığınak olsun.”
Çekilen bir kılıcın sesi. Talmanes kendini hazırladı.
Sonra gerçekten, ama gerçekten ölmek istemediğini fark etti.
Gözlerini açılmaya zorladı ve elini, tepesine dikilen Melten’e doğru kaldırdı. Jesamyn, endişeli bir yüz ifadesiyle kollarını kavuşturmuş, yakında duruyordu.
“Ayağa kalkmama yardım et,” dedi Talmanes.
Melten duraksadı, sonra söyleneni yaptı.
“Ayağa kalkmaman gerekiyor,” dedi Jesamyn.
“Şerefli bir biçimde kellemin uçurulmasından iyidir,” diye homurdandı Talmanes, acıya karşı dişlerini sıkarak. Işık, o kendi eli miydi? O kadar kararmıştı ki, ateşte kömürleşmiş gibi görünüyordu. “Ne… neler oluyor?”
“Köşeye kıstırıldık Lordum,” dedi Melten sertçe, ciddi bakışlarla. Sonlarının geldiğini düşünüyordu. “Dennel ve Guybon son bir direniş için ejderleri nereye koyacağımız konusunda tartışıyorlar. Aludra da patlayıcı tozu ölçüyor.”
Talmanes sonunda ayağa kalkmayı başardı ve Melten’e yaslandı. Önünde, geniş şehir meydanında iki bin kişi toplanmıştı. Yabanda, soğuk bir gecede birbirlerinin sıcaklığını arayan insanlar gibi birbirlerine sokulmuşlardı. Dennel ve Guybon ejderleri dışarı, şehir merkezine bakan bir yay şeklinde dizmişti ve mülteciler topların arkasında kalmıştı. Birlik ejderlerin başındaydı. Her silah için üçer kişi gerekiyordu. Birlik’in hemen hemen tamamı, en azından biraz eğitim almıştı.
Yakındaki binalar tutuştu, ama ışık tuhaf şeyler yapıyordu. Neden sokaklara ulaşmıyordu? Sokaklar fazla karanlıktı. Boyanmış gibi. Sanki…
Gözlerini kırpıştırarak ıstırap gözyaşlarını temizledi. Sonunda ne gördüğünü anladı. Trolloclar sokakları mürekkep gibi doldurmuştu ve onlara dönük ejder yayına doğru akıyorlardı.
Şimdilik bir şey Trollocları engelliyordu. Saldırmak için hepsinin toplanmasını bekliyorlar, diye düşündü Talmanes.
Arkadan bağırışlar ve hırlamalar geldi. Talmanes hızla döndü ve sonra dünyası dönünce Melten’e tutundu. Baş dönmesinin geçmesini bekledi. Acı… acı aslında geçmeye başlamıştı. Üzerine kömür atılmayan alevler gibi. Acı onunla besleniyordu, ama artık yiyeceği pek bir şey kalmamıştı.
Baş dönmesi geçtiği zaman Talmanes hırlamaların kaynağını gördü. Bulundukları meydanın yanında şehir duvarı vardı, ama şehir sakinleri ve askerler duvardan uzak duruyordu, çünkü duvar, kalın bir kir tabakası gibi, Trolloclarla kaplıydı. Yaratıklar silahlarını havaya kaldırdılar ve insanlara kükrediler.
“Fazla yaklaşanlara mızraklarını fırlatıyorlar,” dedi Melten. “Duvara ulaşmayı ve sonra onu takip ederek kapıya gitmeyi umuyorduk, ama yapamıyoruz… o yaratıklar üzerimize ölüm yağdırırken değil. Tüm diğer yollar kapalı.”
Aludra, Guybon ile Dennel’e yaklaştı. “Ejderlerin altına patlayıcı toz yerleştirebilirim,” dedi usulca. Ama gerektiği kadar kısık sesle değil. “Bu toz silahları yok eder. Ama insanlara çok nahoş bir biçimde zarar da verebilir.”
“Yerleştir,” dedi Guybon çok alçak bir sesle. “Trollocların yapabilecekleri çok daha kötü ve ejderlerin Gölge’nin eline geçmesine izin veremeyiz. Bu yüzden bekliyoruz işte. Önderleri, aniden üzerimize saldırırlarsa bizi zamanında alt edebileceklerini ve silahları ele geçirebileceklerini umuyor.”
“Harekete geçiyorlar!” diye seslendi bir asker, ejderlerin arkasından. “Işık, geliyorlar!”
Karanlıkdöllerinden oluşan o kara tabaka sokaklarda kabarıyordu. Dişler, tırnaklar, pençeler, aşın insansı gözler. Trolloclar, öldürme hevesiyle, her yönden yaklaşıyordu. Talmanes nefes almaya çabaladı.
Duvarların üzerinde, bağırışlar yükseldi. Kuşatıldık, diye düşündü Talmanes. Sırtımız duvara geldi, ağa yakalandık. Biz…
Duvara yaslanmış.
“Dennel!” diye bağırdı Talmanes şamatanın üzerinden. Ejderlerin kumandanı, sahip oldukları mühimmatla açabilecekleri tek yaylımı açmak üzere, ellerinde ateşlerle bekledikleri yerden ona döndü.
Talmanes derin bir nefes aldı ve ciğerleri yandı. “Birkaç atışla düşman istihkamını yıkabileceğini söylemiştin. “
“Elbette,” diye seslendi Dennel. “Ama biz duvarı aşıp bir yere girmeye çalışını…” Sustu.
Işık, diye düşündü Talmanes. Hepimiz çok yorulduk. Bunu görebilmiş olmalıydık. “Siz ortadakiler, Ryden’in ejder birliği, geriye dönün!” diye haykırdı Talmanes. “Kalanlarınız yerinde kalsın ve yaklaşan Trolloclara ateş açsın! Çabuk, çabuk, çabuk!”
Ejderciler harekete geçti. Ryden ve adamları, tekerlek gıcırtıları eşliğinde, telaşla silahlarını çevirdiler. Diğer ejderler ateş açarak, meydana açılan sokakları taramaya başladı. Gümlemeler sağır ediciydi. Mültecilerin bağırarak kulaklarını kapamalarına sebep oldu. Dünyanın sonu gelmişti sanki. Ejder yumurtaları ortalarında patladığında yüzlerce, binlerce Trolloc kan birikintileri içinde yere yıkıldı. Meydan, ejderlerin ağzından dökülen beyaz dumanlarla doldu.
Arkadaki, tanık oldukları şeyler yüzünden zaten dehşet içinde olan mülteciler Ryden’ın ejderleri onlara döndüğünde haykırdılar ve çoğu korku içinde yere düşerek yolu açtı. Trolloc kaplı duvara açılan bir yol. Ryden’ın ejder sırası, arkadaki Trolloclara ateş açan ejder sırasının aksine, tas gibi içe kıvrılıyordu ve bu yüzden silindirler duvarın aynı kısmına yönelmişti.
“Verin bana şu lanet çıralardan birini!” diye bağırdı Talmanes, elini uzatarak. Ejderciler itaat ettiler ve ona ucu kırmızı kırmızı parlayan bir çıra uzattılar. Talmanes, bir anlığına bile olsa tek başına ayakta durmaya kararlı, Melten’i itip uzaklaştırdı.
Guybon yaklaştı. Adamın sesi Talmanes’in zorlanan kulaklarına yumuşak geldi. “O duvarlar yüzlerce senedir duruyor. Zavallı şehrim. Benim zavallı, zavallı şehrim.”
“Artık o senin şehrin değil,” dedi Talmanes. Sırtı alevler içindeki şehre dönük, duvarları kaplayan Trolloclara meydan okuyarak yanan çırayı havaya kaldırdı. “Şehir artık onların.”
Talmanes kırmızı bir iz bırakarak çırayı yere doğru savurdu. İşareti üzerine ejderler kükreyerek patladı ve gümbürtü meydanda yankılandı.