Выбрать главу

“Ho,” dedi Bayle, elini dost canlısı bir tavırla Muhafız’a kaldırarak. “Nynaeve al’Meara adlı bir Aes Sedai arıyoruz. Eğer burada değilse, Elayne Trakand da olur.”

“İkisi de burada kalmıyor,” dedi Muhafız. Uzun kollu bir adamdı ve hareketleri zarifti. Uzun, siyah saçlarla çerçevelenmiş yüzü… bitmemiş görünüyordu. Projenin yarısında ilgisini yitirmiş bir heykeltıraş tarafından kayadan oyulmuş gibi.

“Ah,” dedi Bayle. “Bizim hatamız. Nerede kamp kurduklarını söyleyebilir misin madem? İşimiz biraz acil de.” Rahatça konuşuyordu. Bayle istediğinde oldukça cana yakın olabiliyordu. Leilwin’in yapabildiğinden çok daha fazla.

“Duruma bağlı,” dedi Muhafız. “Yoldaşın da mı bu Aes Sedaileri bulmak istiyor? ”

“O…” diye başladı Bayle, ama Muhafız elini kaldırdı.

“Kendisi anlatsın,” dedi adam, Leilwin’i süzerek.

“Benim istediğim de bu,” dedi Leilwin. “İhtiyar büyükannem! Bu kadınlar bize ödeme yapmaya söz verdiler ve ben o parayı almaya kararlıyım. Aes Sedailer yalan söylemez. Bu gerçeği herkes bilir. Sen bizi onlara götürmeyeceksen, bizi götürebilecek binlerini bul.”

Sözcük seli karşısında gözleri irileşmiş olan Muhafız duraksadı. Sonra, neyse ki, başını salladı. “Bu taraftan.” Onları kampın ortasından uzaktaki bir yere yönlendirdi, ama artık kuşkulanıyormuş gibi görünmüyordu.

Leilwin sessizce nefes verdi ve Bayle ile birlikte Muhafız’ın peşine takıldı. Bayle ona gururla baktı. Sırıtışı öyle genişti ki, Muhafız arkasına dönecek olsa kesinlikle onları ele verirdi. Leilwin de gülümsemekten kendini alamadı.

Illianlı aksanını taklit etmek onun için kolay olmamıştı, ama Seanchan aksanını tehlikeli olduğu konusunda hemfikirdiler, özellikle de Aes Sedailer arasında yolculuk ederken. Bayle hiçbir Illianlının aksanma kanmayacağını iddia etmişti, ama Leilwin’in Illianlı olmayan birini kandırabilecek kadar iyi olduğu açıktı.

Aes Sedai kampından çıkıp karanlığa girdiklerinde rahatladı. İki Aes Sedai dostu olması –yaşadıkları sorunlara rağmen dosttular– Aes Sedailerle dolu koca bir kampta bulunmak istediği anlamına gelmiyordu. Muhafız onları Merrilor Meydanı’nın ortasına yakın bir açıklığa götürdü. Burada, pek çok küçük çadırdan oluşan çok geniş bir kamp vardı.

“Aieller,” dedi Bayle usulca ona. “On binlercesi var.”

İlginç. Aieller hakkında korkunç hikâyeler anlatılıyordu, tamamen doğru olamayacak efsaneler. Yine de, hikâyeler –abartılı olsalar da– bunların okyanusun bu tarafındaki en iyi savaşçılar olduğunu gösteriyordu. Farklı koşullar altında, Leilwin onlardan bir-ikisiyle çarpışmak isterdi. Elini çantasının kenarına koydu; sopasını çantanın yanındaki, kolayca ulaşabileceği uzun bir cebe saklamıştı.

Bu Aiellerin uzun boylu bir halk olduğu kesindi. Rahat rahat ateşlerin yanında aylaklık edermiş gibi görünen bazı Aiellerin önünden geçti. O gözler onları Muhafızlarınkinden daha keskin gözlerle izliyordu. Ateşlerin başında otururken bile öldürmeye hazır, tehlikeli bir halk. Bu kampın üzerinde, gecenin içinde dalgalanan bayrakları çıkartamıyordu.

“Bu kampa hangi kral ya da kraliçe hükmediyor Muhafız?” diye seslendi.

Adam ona döndü. Yüzü gecenin gölgelerinin arasında kaybolmuştu. “Senin kralın Illianlı.”

Yanında, Bayle gerildi.

Benim…

Yenidendoğan Ejder. Leilwin tökezlemediği için kendisiyle gurur duydu, ama kolay olmamıştı. Yönlendirebilen bir adam. Bu daha kötüydü, Aes Sedailerden çok daha kötü.

Muhafız onları kampın ortasındaki bir çadıra götürdü. “Şanslısınız; ışığı yanıyor.” Çadırın girişinde nöbetçi yoktu, bu yüzden adam seslendi ve içeri girme izni aldı. Çadır kapağını tek koluyla kenara çekti ve ikisine başını salladı, ama diğer eli kılıcındaydı ve savaş pozisyonunda duruyordu.

Leilwin sırtını o kılıca dönmekten nefret ediyordu, ama emredildiği gibi içeri girdi. Çadır, o tuhaf ışık kürelerinden biriyle aydınlatılmıştı ve yeşil elbiseli tanıdık bir kadın bir yazı masasında oturmuş, mektup yazıyordu. Nynaeve al’Meara, Seanchan’da telarti dedikleri kadınlardandı – ruhunda ateş olan bir kadın. Leilwin, Aes Sedailerin durgun sular kadar sakin olması gerektiğini öğrenmişti. Eh, bu kadın zaman zaman öyle olabiliyordu – ama öfkeli bir çağlayandan bir dönemeç berideki durgun sulardandı.

Onlar içeri girerken Nynaeve yazı yazmaya devam etti. Saçlarını örmemişti; serbestçe omuzlarına bırakmıştı. Direği olmayan bir gemi kadar tuhaf bir manzaraydı.

“Birazdan yanında olacağım Sleete,” dedi Nynaeve. “Son zamanlarda bu şekilde tepemde dolanıp durmanız aklıma yumurtasını kaybetmiş ana kuşları getiriyor. Aes Sedailerinizin size verecek işi yok mu?”

“Lan çoğumuz için önemli Nynaeve Sedai,” dedi Muhafız –Sleete– sakin, boğuk bir sesle.

“Öyle mi? Benim için önemli değil mi yani? Sizi odun falan kesmeye mi göndersek diye düşünüyorum gerçekten. Bir Muhafız daha gelip bir şeye ihtiyacım olup olmadığını…”

Başını kaldırdı ve sonunda Leilwin’i gördü. Nynaeve’in yüzü hemen ifadesizleşti. Soğuk. Kavurucu bir soğuk. Leilwin ter bastığını hissetti. Bu kadın onun hayatını ellerinde tutuyordu. Neden Sleete onları Elayne’e götürememişti ki? Belki de Nynaeve’den bahsetmemeliydiler.

“Bu ikisi sizi görmek istedi,” dedi Sleete. Kılıcını kınından çekmişti. Leilwin bunu görmemişti. Domon kendi kendine mırıldandı. “Onlara para ödemeye söz verdiğinizi ve parayı almaya geldiklerini iddia ettiler. Ama Kule’de kendilerini tanıtmadılar ve kapıların birinden gizlice girmenin bir yolunu buldular. Adam Illianlı. Kadın başka bir yerden. Aksanını gizliyor.”

Eh, belki de Leilwin’in aksam sandığı kadar iyi değildi. Leilwin adamın kılıcına baktı. Adam göğsüne ya da boynuna savurursa, yana yuvarlanarak darbeyi savuştururdu muhtemelen. Sopasını çekebilir ve…

Karşısında bir Aes Sedai vardı. Yerden bir daha asla kalkamazdı. Tek Güç’ten bir örgüyle yakalanırdı. Belki daha kötüsü.

“Onları tanıyorum Sleete,” dedi Nynaeve soğuk bir sesle. “Onları bana getirerek iyi yaptın. Teşekkür ederim.”

Adam kılıcını bir kez daha kınına sokmuştu. Adam bir fısıltı kadar sessizce çadırdan dışarı süzülürken Leilwin boynunda soğuk bir esinti hissetti.

“Af dilemek için geldiyseniz,” dedi Nynaeve, “yanlış kişiye geldiniz. Sizi sorgulamaları için Muhafızlara teslim etmek aklımdan geçmiyor değil. Belki bir parça kan dökerek o hain zihinlerinizden halkınız hakkında birkaç işe yarar şey kopartmayı başarabilirler.”

“Seni de yeniden görmek güzel Nynaeve,” dedi Leilwin soğuk soğuk.

“Ee, ne oldu?” diye sordu Nynaeve.

Ne mi oldu? Bu kadın neden bahsediyordu?

“Denedim,” dedi Bayle aniden, üzüntüyle. “Onlarla savaştım, ama beni kolaylıkla ele geçirdiler. Gemime ateş açıp hepimizi batırabilir, adamlarımı öldürebilirlerdi.”

“Sen ve gemindeki herkes ölse daha iyi olurdu Illianlı,” dedi Nynaeve. “Ter’angreal Terkedilmişlerden birinin eline geçti; Semirhage bir tür yargıç numarası yaparak Seanchanların arasında saklanıyordu. Gerçeksöyleyen? Sözcük bu mu?”

“Evet,” dedi Leilwin usulca. Şimdi anlıyordu. “Yeminimden döndüğüm için pişmanım, ama…”

“Pişman mısın Egeanin?” dedi Nynaeve. Ayağa kalkarken sandalyesini geriye devirdi. “Dünyayı tehlikeye atmak, hepimizi karanlığın kıyısına kadar götürmek ve kenardan aşağı itmek söz konusu olduğunda ‘pişmanlık’ benim kullandığım sözcük olmazdı! Semirhage o aracın kopyalarını yaptırdı, kadın. Biri Yenidendoğan Ejder’in boynuna takıldı. Yenidendoğan Ejder’in kendisi, Terkedilmişlerden birinin kontrolünde!”